6 Mart 2013 Çarşamba

Bir Çocuk Sevdim* // ( 8 Mart Özel )






“Çocukça davranma ama çocuk kal !” sözü öyle bir girdi ki zihnime,
Duyduğumdan beri işlemci çalışıyor adeta. Görebildiklerini üzerine ekliyor, hissettiklerini bunun üzerinden yorumluyor. Mevcut bilgiye eklemeler yanında, ‘mevcut’ olanın da yeniden oku’nmasına çabalıyorum elimden geldiğince. Etraflarına kozalar örülmüş ‘şartlı’ bilgilerle dolu zihnim. Pek çoğu da ‘eski’den kalma, pek azı keşfedilerek, yaşanılarak kaydedilmiş bakıyorum da. En sevdiğimiz ‘kulaktan dolma’lar çoğu. ‘Mahalle’nin genelgeçerleri. Kendi mahallem’in keşfi ise, onları tekrar işlemekten geçiyor, güncelleyerek kaydı tutmaktan belki de.

8 Mart pek yakındayken, Kadın ‘açık oturumlar’da konuşulmaktayken başladım ben de zihnimdekileri yoklamaya.

Erkekler; bir türlü büyüyemeyen çocuklar, ve kadınlar; bir ömür onları büyütmeye kendilerini adayanlar’ olarak kaydedilmiş mesela belleğe. Duyulanın ‘öte’sine geçince ise, keşfedişimle biriken kelimelerim dökülüyor yenilenen bilgi kaynağımdan.

Erkek, çocuk kalınca öyle güzelleşiyor ki. Çocukça davranmıyor, aksine sorguluyor, cevaplarını adım adım buluyor ve hatta bulduruyor Kadın’a. Kadın derken de kelimelerim geri geri gidiyor, basbaya kız çocuğu aslında. Büyümüş görünen kadın görünümündeki bir kız çocuğu. Yaratıcılığını dizginlemek üzerine şartlanmış, biyolojik yapısının kendine yüklediği ‘Rahimiyet’e rağmen, dizginlerini sıkı sıkı tutan,  ‘çocuk’ kalmayı kendine yasaklamış, çoğu zaman da bu nedenle ‘çocukça’ davranan kadın.
Doğurmak, yaratmak doğasında varken, yaratıcılığını yere serdiği halısının altına süpürmüş. Erkekse sere serpe uçuyor halısıyla, masal kahramanlarına taş çıkarırcasına. Sınır tanımıyor. Baktığını sadece ‘olduğu’nu sandığı ile sınırlamıyor.

Kadın, heyecanlı. Bu heyecanı ‘keşfetmeye yönelik’ olmaktan çok, kendine giydirilen giysinin üzerine yakışıp yakışmadığını, mahallelisinin gözlerinde arayan bir panik halinde çıkıyor ortaya. Erkekse ‘mahallesi’ni kendi yaratıyor, elbise giymiş giymemiş ‘şart’ı yok. Kendi dünyası var. Biyolojik özellikleriyle paralel erkek; “yoktan var ediyor” adeta. Hatta yoktan besleniyor çoğu zaman. “Yokluğu görmek güzel bir şeydir.” diyor. “Yokluğunu bildiğin bir şeye bir anda ve birden fazlasıyla ulaştığında gözlerde kendini belli eden o hissin tarifi yok.” Sahiden öyle.

Büyülü odaya girdiklerinde, sinemada, film izlerken görüyor, kadın ‘onun’ gözündekini. Tarifi zor olanı. Sinema öyle büyülü ki onun gözünde. Hiç yokken hayatında, bir anda kocaman bir perdede rastlamış diğer hayatlara. Şimdi adım başı sunuluyor neredeyse bu karşılaşma, yine de büyüsü üzerinde duruyor, onun gözünde. Her bilet okutulup, o salona girildiğinde gözleri bir başka bakıyor. Yokluğunu hatırlayıp, varlığıyla heyecanlanıyor. Keyfini çıkarmaya yönelik bir heyecan ondaki, panik dahil değil içine. Bu nedenledir ki, benzer duygular yaşatmasını seviyor.
O gözleri parlayan çocuk, o ‘çocuk hal’ ile koca adam oluyor, başkalarının gözlerinde bu hissi yakaladığında. Kocaman oluyor yüreği. Şekerleme dileyen çocuğun önüne bir paket şekerleme boşaltıyor, hem de tüm masalsılığıyla tepeden döküyor tüm poşeti. Hikayesine dahil oluyor, şekerlemelerine kavuşan çocuğun ve hatta oyun arkadaşı oluyor. Hikayesindeki o çocuk, kadının hikayesinde ‘O’ oluyor. Gözlerini havaya dikmiş, kocaman açmış bakıyor, kirpikleri arasında soluklanıyor kadın.   

Kadın, adamla keşfediyor, içinden geçerken göremediklerini. Örtünmüş kadın. Örtülmüş belki de. Ne var ki “sistemde mazerete yer yok !” Çocukların en sevmedikleri onlar; mazeretler, kendilerine sunulan ‘kılıflar’. Mantıklı açıklamaları, tane tane anlatımları seviyorlar. Bu nedenle orada ‘bir minicik kız çocuğu’nu mazeret teselli edemiyor. ‘İncinmesi de incitilmesi’ de bundan oluyor kadının.

Kadın, erkekle farkediyor; “Hayata bir çocuğun gözlerinden bakabilmek gibi ‘o’nunla yaşamak. Büyüttüğünü sandığı çocuğu hissedip, onunla yeniden buluşabilmek ‘o’nunla olmak.” Sınırların olmadığını farkediyor onunla, mevcudu kabülden çıkıyor.
Erkek çocuğu tutuyor kız çocuğunun elinden böylece, ‘karşılaşıyor içinde kendiyle’. “Kocaman kadın / erkek oldun !”ların hakkı ancak böyle verilebiliyor. Elele olduklarında kocaman oluyorlar. Kimse kimseyi büyütmenin derdinde değil. Dert değil büyümek. Maksat B’irlikte oynamak, “hayatlarının daha önce hiç kaleme alınmamış en güzel senaryosunu” oynamak. Hatta şiirini yazmak, müziğini bestelemek, resmini yapmak. Yaratıcılığı B’irlikte keşfediyorlar. Kayıtlı değiller, ‘figüranlar’ın bakışlarıyla. Sıra arkadaşlığı yapıyorlar, birbirlerine, ‘Hayat Bilgisi’ derslerinde.

B’ir üzerinden tanımlanınca, kalkıyor aslında erkek ile kadın ortadan. Misal yollu anlatım olarak satırlara geçiyor, isimsiz erkek, isimsiz kadın keşifleri. Yer yer konumları değişiyor hikayede, ki özde konumsuzluk keşfi yatıyor.

Çocukça oluyor, birinden bahsederken, diğerini dillendirmemek; o ile öteki demek. Çocuk kalmak ise Tek’i seyirden geçiyor; tüm sınırtanımazlık ile ‘insan’ üzerinden ve alabildiğine farklı renklerdeki boya kalemiyle resmetmekten dünyayı.

Hayalperver bir penceren olmalı, kendi ‘ev’inden dışarıda arayıp bulamadığın, Sendekine bakarken !

Kadınlar günümüz, ‘insan’lar günü olsun !
Haydi alın boyalarınızı, gelin; B’eraber yeni renkler ‘yaratalım’ içlerinden.



 *http://www.youtube.com/watch?v=17nUjmyX1J8

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder