“Çocukça
davranma ama çocuk kal !” sözü öyle bir girdi ki zihnime,
Duyduğumdan
beri işlemci çalışıyor adeta. Görebildiklerini üzerine ekliyor, hissettiklerini
bunun üzerinden yorumluyor. Mevcut bilgiye eklemeler yanında, ‘mevcut’ olanın
da yeniden oku’nmasına çabalıyorum elimden geldiğince. Etraflarına kozalar
örülmüş ‘şartlı’ bilgilerle dolu zihnim. Pek çoğu da ‘eski’den kalma, pek azı
keşfedilerek, yaşanılarak kaydedilmiş bakıyorum da. En sevdiğimiz ‘kulaktan
dolma’lar çoğu. ‘Mahalle’nin genelgeçerleri. Kendi mahallem’in keşfi ise,
onları tekrar işlemekten geçiyor, güncelleyerek kaydı tutmaktan belki de.
8 Mart pek
yakındayken, Kadın ‘açık oturumlar’da konuşulmaktayken başladım ben de
zihnimdekileri yoklamaya.
‘Erkekler; bir türlü büyüyemeyen çocuklar, ve
kadınlar; bir ömür onları büyütmeye kendilerini adayanlar’ olarak
kaydedilmiş mesela belleğe. Duyulanın ‘öte’sine geçince ise, keşfedişimle
biriken kelimelerim dökülüyor yenilenen bilgi kaynağımdan.
Erkek, çocuk
kalınca öyle güzelleşiyor ki. Çocukça davranmıyor, aksine sorguluyor,
cevaplarını adım adım buluyor ve hatta bulduruyor Kadın’a. Kadın derken de
kelimelerim geri geri gidiyor, basbaya kız çocuğu aslında. Büyümüş görünen
kadın görünümündeki bir kız çocuğu. Yaratıcılığını dizginlemek üzerine şartlanmış,
biyolojik yapısının kendine yüklediği ‘Rahimiyet’e rağmen, dizginlerini sıkı
sıkı tutan, ‘çocuk’ kalmayı kendine
yasaklamış, çoğu zaman da bu nedenle ‘çocukça’ davranan kadın.
Doğurmak,
yaratmak doğasında varken, yaratıcılığını yere serdiği halısının altına süpürmüş.
Erkekse sere serpe uçuyor halısıyla, masal kahramanlarına taş çıkarırcasına. Sınır
tanımıyor. Baktığını sadece ‘olduğu’nu sandığı ile sınırlamıyor.
Kadın,
heyecanlı. Bu heyecanı ‘keşfetmeye yönelik’ olmaktan çok, kendine giydirilen
giysinin üzerine yakışıp yakışmadığını, mahallelisinin gözlerinde arayan bir
panik halinde çıkıyor ortaya. Erkekse ‘mahallesi’ni kendi yaratıyor, elbise
giymiş giymemiş ‘şart’ı yok. Kendi dünyası var. Biyolojik özellikleriyle
paralel erkek; “yoktan var ediyor” adeta. Hatta yoktan besleniyor çoğu zaman. “Yokluğu
görmek güzel bir şeydir.” diyor. “Yokluğunu bildiğin bir şeye bir anda ve
birden fazlasıyla ulaştığında gözlerde kendini belli eden o hissin tarifi yok.”
Sahiden öyle.
Büyülü odaya
girdiklerinde, sinemada, film izlerken görüyor, kadın ‘onun’ gözündekini. Tarifi
zor olanı. Sinema öyle büyülü ki onun gözünde. Hiç yokken hayatında, bir anda
kocaman bir perdede rastlamış diğer hayatlara. Şimdi adım başı sunuluyor
neredeyse bu karşılaşma, yine de büyüsü üzerinde duruyor, onun gözünde. Her
bilet okutulup, o salona girildiğinde gözleri bir başka bakıyor. Yokluğunu
hatırlayıp, varlığıyla heyecanlanıyor. Keyfini çıkarmaya yönelik bir heyecan ondaki,
panik dahil değil içine. Bu nedenledir ki, benzer duygular yaşatmasını seviyor.
O gözleri
parlayan çocuk, o ‘çocuk hal’ ile koca adam oluyor, başkalarının gözlerinde bu
hissi yakaladığında. Kocaman oluyor yüreği. Şekerleme dileyen çocuğun önüne bir
paket şekerleme boşaltıyor, hem de tüm masalsılığıyla tepeden döküyor tüm poşeti.
Hikayesine dahil oluyor, şekerlemelerine kavuşan çocuğun ve hatta oyun arkadaşı
oluyor. Hikayesindeki o çocuk, kadının hikayesinde ‘O’ oluyor. Gözlerini havaya
dikmiş, kocaman açmış bakıyor, kirpikleri arasında soluklanıyor kadın.
Kadın, adamla
keşfediyor, içinden geçerken göremediklerini. Örtünmüş kadın. Örtülmüş belki
de. Ne var ki “sistemde mazerete yer yok !” Çocukların en sevmedikleri onlar;
mazeretler, kendilerine sunulan ‘kılıflar’. Mantıklı açıklamaları, tane tane
anlatımları seviyorlar. Bu nedenle orada ‘bir minicik kız çocuğu’nu mazeret teselli edemiyor. ‘İncinmesi de
incitilmesi’ de bundan oluyor kadının.
Kadın, erkekle
farkediyor; “Hayata bir çocuğun
gözlerinden bakabilmek gibi ‘o’nunla yaşamak. Büyüttüğünü sandığı çocuğu
hissedip, onunla yeniden buluşabilmek ‘o’nunla olmak.” Sınırların olmadığını
farkediyor onunla, mevcudu kabülden çıkıyor.
Erkek çocuğu
tutuyor kız çocuğunun elinden böylece, ‘karşılaşıyor içinde kendiyle’. “Kocaman
kadın / erkek oldun !”ların hakkı ancak böyle verilebiliyor. Elele olduklarında
kocaman oluyorlar. Kimse kimseyi büyütmenin derdinde değil. Dert değil büyümek.
Maksat B’irlikte oynamak, “hayatlarının daha önce hiç kaleme alınmamış en güzel
senaryosunu” oynamak. Hatta şiirini yazmak, müziğini bestelemek, resmini
yapmak. Yaratıcılığı B’irlikte keşfediyorlar. Kayıtlı değiller, ‘figüranlar’ın
bakışlarıyla. Sıra arkadaşlığı yapıyorlar, birbirlerine, ‘Hayat Bilgisi’
derslerinde.
B’ir üzerinden
tanımlanınca, kalkıyor aslında erkek ile kadın ortadan. Misal yollu anlatım
olarak satırlara geçiyor, isimsiz erkek, isimsiz kadın keşifleri. Yer yer
konumları değişiyor hikayede, ki özde konumsuzluk keşfi yatıyor.
Çocukça
oluyor, birinden bahsederken, diğerini dillendirmemek; o ile öteki demek. Çocuk
kalmak ise Tek’i seyirden geçiyor; tüm sınırtanımazlık ile ‘insan’ üzerinden ve
alabildiğine farklı renklerdeki boya kalemiyle resmetmekten dünyayı.
Kadınlar günümüz,
‘insan’lar günü olsun !
Haydi alın
boyalarınızı, gelin; B’eraber yeni renkler ‘yaratalım’ içlerinden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder