Bulut Atlası, bilimsel bir terim. Bulutları tanımak için oldukça önemli
bilim alanında. Bununla beraber, benim gibi tüm bu terminolojiden uzak biri
için epey farklı şeyler çağrıştırıyor. Hele ki bu isimli ve ‘katmanlı’ bir film
izledikten sonra, sahiden bir atlasa ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Bulutlar
değişkendir, sabit kütleler halinde kalmazlar, ve hatta şekilden şekile
girerler, dönüşürler. Ne ‘görmek’ istiyorsanız ve hatta aslında ‘ne
düşlüyorsanız’ onu görürsünüz.
Lana ve Andy Wachowski kardeşlerin Alman yönetmen Tom Tykwer ile ortaklaşa
senaryosunu yazıp yönettikleri Bulut Atlası filmi de bu çağrışımlarımla paralel
fikirler uyandırdı bende. Atlas aslında gören(!), izleyen ve hatta düşleyen
tarafından yazılıyor. Film farklı zaman dilimlerindeki hikayeleriyle, “Geçmiş,
Şimdi, Gelecek”te temel olarak 6 ana karakterin çevresinde şekillenen
hikayelerle birbirine bağlanıyor. Oyuncular, yeni karakterlerle sürekli ‘kabuk
değiştiriyorlar’. Elbette burada müthiş etkileyici makyaj ilizyonunun da
vurgusunu yapmak gerekiyor.
Filmdeki hikayeler ve elbette insanlar bağlantılı, “yapılan her iyilik ve
kötülükte”. Zaman, mekandan bağımsızlık söz konusu tüm bu bağlantının içinde. Yüzyıllık
farklara rağmen, yansıyanlar içiçe geçmiş durumda. Karakterlerin geçişleri, kadın,
erkek ve hatta insan, şeytan gibi farklılaşırken, tüm şartlanmaların, kalıplara
sığdırılmaya çalışılan bakışların ötesine taşınıyor ‘kimlik’ler adeta. Filmde
geçiyor, “Ayrılık yanılsamadır.” Çünkü her şey gibi bu da zihnimizde başlıyor. ‘Ben’
ve ‘O/ Öteki’ ayrılığı da aynı yerde şekilleniyor.
Zihnin ‘yaratıcı’ gücüne dair, en güzel anlatımlardan biri de, yakın
‘gelecek’te Sonmi 451 üzerinden anlatılan hikayede. Sır, düşünmekten geçiyor.
Belki de hepimiz içine aslında hapsolduğumuz, gri odalardayız. Androidleşmiş
hayatlarımız. Gri odaların renklenmesi ise yine zihnimizde başlıyor. Bir yandan
‘var sanıyoruz’ o renkleri, göremediğimiz için sadece baktığımızla yetiniyoruz.
Alışkanlıklar, şartlı bakışlarla algılıyoruz dünyayı, dünyamızı. Ne zaman ki
düşünmeye başlıyoruz ve hatta aslında düşlemeye başlıyoruz, işte orada
farkındalık başlıyor. Özgürlük de zihinde başlıyor ve özgürlüğün mahrumiyetini
keşfedenlerde başlıyor aydınlanma, aslında zincirleri kırma. Filmdeki
‘tasma’lar kırılırken, izlerken zincirlerimiz aklımdan geçiyor. Görünmeyen ama
özgürleşmemizin önündeki en büyük engeller. Sonmi 451’in ‘aydınlanması’,
kendini özgürleştirmesi zihninde başlarken, Tanrı’laşıyor. Daha önce
söylenmemişi söylediği için, birileri kurban ederken, birileri de kendilerini
ona kurban etme çabasına giriyor. Halbuki özünde, Sonmi’nin farkı
farkındalığında yatıyor. Fark ettirmeye çabalıyor.
Bulut Atlası kalıplara sığmayan bir film. Kendi düşümüzü, kendi düşlediğimiz
bulutların atlasını yaratmayı bize bırakan. Çünkü aslında bulutlar baktığımız
yerde değil, dönüşüyorlar biz düşledikçe. Fark ettikçe de, “Bilgi / İlim ayna
oluyor.” B’izden yansıyor, B’ize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder