15 Aralık 2012 Cumartesi

BULUT ATLASI Kalıplara Sığmayan Film

http://www.sabah.com.tr/kultur_sanat/sinema/2012/12/08/kaliplara-sigmayan-film-bulut-atlasi


Bulut Atlası, bilimsel bir terim. Bulutları tanımak için oldukça önemli bilim alanında. Bununla beraber, benim gibi tüm bu terminolojiden uzak biri için epey farklı şeyler çağrıştırıyor. Hele ki bu isimli ve ‘katmanlı’ bir film izledikten sonra, sahiden bir atlasa ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Bulutlar değişkendir, sabit kütleler halinde kalmazlar, ve hatta şekilden şekile girerler, dönüşürler. Ne ‘görmek’ istiyorsanız ve hatta aslında ‘ne düşlüyorsanız’ onu görürsünüz.
Lana ve Andy Wachowski kardeşlerin Alman yönetmen Tom Tykwer ile ortaklaşa senaryosunu yazıp yönettikleri Bulut Atlası filmi de bu çağrışımlarımla paralel fikirler uyandırdı bende. Atlas aslında gören(!), izleyen ve hatta düşleyen tarafından yazılıyor. Film farklı zaman dilimlerindeki hikayeleriyle, “Geçmiş, Şimdi, Gelecek”te temel olarak 6 ana karakterin çevresinde şekillenen hikayelerle birbirine bağlanıyor. Oyuncular, yeni karakterlerle sürekli ‘kabuk değiştiriyorlar’. Elbette burada müthiş etkileyici makyaj ilizyonunun da vurgusunu yapmak gerekiyor.
Filmdeki hikayeler ve elbette insanlar bağlantılı, “yapılan her iyilik ve kötülükte”. Zaman, mekandan bağımsızlık söz konusu tüm bu bağlantının içinde. Yüzyıllık farklara rağmen, yansıyanlar içiçe geçmiş durumda. Karakterlerin geçişleri, kadın, erkek ve hatta insan, şeytan gibi farklılaşırken, tüm şartlanmaların, kalıplara sığdırılmaya çalışılan bakışların ötesine taşınıyor ‘kimlik’ler adeta. Filmde geçiyor, “Ayrılık yanılsamadır.” Çünkü her şey gibi bu da zihnimizde başlıyor. ‘Ben’ ve ‘O/ Öteki’ ayrılığı da aynı yerde şekilleniyor.
Zihnin ‘yaratıcı’ gücüne dair, en güzel anlatımlardan biri de, yakın ‘gelecek’te Sonmi 451 üzerinden anlatılan hikayede. Sır, düşünmekten geçiyor. Belki de hepimiz içine aslında hapsolduğumuz, gri odalardayız. Androidleşmiş hayatlarımız. Gri odaların renklenmesi ise yine zihnimizde başlıyor. Bir yandan ‘var sanıyoruz’ o renkleri, göremediğimiz için sadece baktığımızla yetiniyoruz. Alışkanlıklar, şartlı bakışlarla algılıyoruz dünyayı, dünyamızı. Ne zaman ki düşünmeye başlıyoruz ve hatta aslında düşlemeye başlıyoruz, işte orada farkındalık başlıyor. Özgürlük de zihinde başlıyor ve özgürlüğün mahrumiyetini keşfedenlerde başlıyor aydınlanma, aslında zincirleri kırma. Filmdeki ‘tasma’lar kırılırken, izlerken zincirlerimiz aklımdan geçiyor. Görünmeyen ama özgürleşmemizin önündeki en büyük engeller. Sonmi 451’in ‘aydınlanması’, kendini özgürleştirmesi zihninde başlarken, Tanrı’laşıyor. Daha önce söylenmemişi söylediği için, birileri kurban ederken, birileri de kendilerini ona kurban etme çabasına giriyor. Halbuki özünde, Sonmi’nin farkı farkındalığında yatıyor. Fark ettirmeye çabalıyor.
Bulut Atlası kalıplara sığmayan bir film. Kendi düşümüzü, kendi düşlediğimiz bulutların atlasını yaratmayı bize bırakan. Çünkü aslında bulutlar baktığımız yerde değil, dönüşüyorlar biz düşledikçe. Fark ettikçe de, “Bilgi / İlim ayna oluyor.” B’izden yansıyor, B’ize.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder