18 Kasım 2012 Pazar

Souad Massi'yle Tanıştık..




Souad Massi’nin sesiyle tanışalı çok olmadı, hatta epey de bir maceralıydı benim için. Geçtiğimiz sene Paris’te üniversiteler bölgesinde Sorbonne’a açılan sokaklardan birinde, çiçek çocuklardan kalmış, plak satan bir dükkanın küf kokuları arasında, rastalı “çiçek abi”nin bana dinletmesiyle duydum ilk kez. ‘Deb’ şarkısı çalıyordu ve adam kendini müziğe bırakmıştı bile. Tüm dükkanda yankılanan müzikse, beni de sarmıştı. Geldi zaman, gitti zaman ve Souad Massi ile bu kez yüzyüze tanıştım, Cemal Reşit Rey konser salonunda, 17 Kasım’da.
Daha konser başlamadan, salondaki profil, ‘bir şey var’ dedirtti. Herhalde son zamanlarda bu kadar, çeşitliliği üstelik ‘uyumlu’ çeşitliliği görmemiştim bir yerde. Türbanlılar, rastalılar, grantuvalet giyinmişler, bambaşka anadillere ‘benim’ diyenler. Herkes biraradaydı. Souad Massi de bünyesinde bir çeşitlilik barındırdığından, Cezayir kökeni Arapça şarkılarına yansırken, Paris’teki ikameti iletişim dili için Fransızca’yı tercih etmesini daha öne çıkarıyordu. Diğer yandan özür dileyerek Türkçe bilmediğini söylerken, ortada buluşalım diye İngilizce’nin belini kırıyordu. Söz konusu çeşitlilikteki uyum işte tam da burada kendini hissettiriyordu. Müziğin evrenselliği adeta kanıtlanıyordu. Dil, sözcükler kayboluyordu, duygularda. Paylaşılanlarda. Mühim değildi; sözcükleri ‘birebir çevirmek’ hayata dahil etmek. Nefes aldığınızda, müzik doluyordu içinize. Derin derin duygular geçiyordu içinize. Dilin, kökenin sınırları öyle belirsizleşiyordu ki melodilerde, Souad Massi’nin gırtlağında ve hatta cümlelerinde “I hope you will enjoy our show, İnşallah !” (Umuyorum,şovumuzu beğeneceksiniz, İnşallah !) demesinden belliydi yaşanacaklar.
                Sahnedeki performans sahipleri de çeşitliliğin yansımasıydı. Darbukada, bendirde Rabah Kalfa vokaliyle ve müthiş performansıyla koltuğun ne kadar dar olduğunu hissettirdi, konser boyunca. Jean François Kellner, Lead Gitarda, Jean René Zapha Kontrbasta pek bir keyifli ‘atışma’ örneği sergiliyorlardı, arada Souad Massi orta yolu buluyordu.David Fall Dutreix de vurmalılar da eşlikteydi. Sahne bu beşlinin varlığıyla parıldıyordu, Souad Massi’nin üzerinde ise siyah bir pantalon, beyaz bir gömlek vardı, gitarına fon oluşturuyordu. O kadar sadeydi ki her şey, gösterişten uzak. Hani sunum yapacaksanız bir gruba, çok gösterişli giyinmeyip, insanların anlattıklarınıza odaklanması tavsiye edilir. Massi de adeta bu düsturda sahneliyordu performansını. Sesi ile büyülüyordu. Mimikleri, vurguları adeta simultane çevirinin yerini tutuyordu melodilerinde. Ve aslında, özgürleştiriyordu müzik dinleyiciyi. Kendi hikayelerini yazdırıyordu. On yedi yaşında ilk yazdığı şarkısının ‘Raoui’ (Hikayeci) olması da tesadüf olamazdı.
Fransızca müziğe en yakışan dildir, bütünleşir, kulağa çok hoş gelir derler ya, frankofon olsa da Massi, ‘en güzel’ önyargısını, sınırlarını kırıyor müziğiyle. Duyduğunuz ve gerçekten dinlemeye kendinizi ne kadar açtığınızla ilgili diye düşünüyorum hayattaki tüm müziklere ve hatta seslere koyduğumuz ‘pekiştirici sıfatlar’ın. Hepsinin temeli sesler, vücudumuzdan çıkıyorlar, aynı üretim. Sadece yanyana gelişleri farklılık gösteriyor. Anlamak istedikten sonra ise aslında kelimeler uçuyor. Nefes aldığınızda duygular dolduruyor içinizi. Algıladığımız, dinlemeye meylettiğimiz kadarız. Bir konser salonunda yüzlerle oluşan ‘bir’lik, mucize değil. Sadece bir örneklem olabilir. Hikayedeki kurt misali, büyük kulaklara gerek yok, ‘birbirimizi daha iyi duymak için’. Niyetimiz büyük olsun, duymak isteyelim yetecek belli ki.
                Denk gelirseniz, sahnede de ‘dinleyin’ derim. Souad Massi’yi. Bir daha Türkiye’ye gelene kadar da bize ödev olsun, farklı ‘sesleri duymak, dinlemek’ olsun çabamız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder