29 Ekim 2012 Pazartesi

K’aş’k’a Gelmek !


Sonbahar’da bir keşfin öyküsüdür, bu satırlara dökülen. Hem de puslu İstanbul’a inat, ılık hatta yer yer sıcak bir keşfin dillenmesidir. Sezonu geç kapamak için yapılacak en iyi seçimlerden biri olan Kaş’a dairdir yazılanlar. Keşif kısmı, epeydir ötelenen çok uzak geldiğinden bir türlü cesaret edilip gidilemeyenliğinden ileri gelmektedir.
Antalya’nın en batısında, yer alan ilçe haritada üzerinde Antalya’da yer alsa da, Muğla’ya göz kırpmaktadır. Fethiye ile ise adeta elele tutuşmaktadır. Bu nedenledir ki, eğer siz de benim gibi keşfe çıkacaksanız ve tercihiniz havayolu olacaksa, doğru destinasyon Dalaman Havalimanı olacaktır. Kaş, adeta büyük ölçekli bir yaz tatil sitesi. Fazla değil, üç gün dahi kaldığınızda bile artık siz de ‘devremülk’çülerden biri gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Merkez küçük, “bakkalı geç, caminin köşesinden girdin mi, heh orası işte Atatürk heykelinin olduğu alan Cumhuriyet Meydanı”, kaybolmanın çok zor olduğu, kendini kaybetmeninse üç biradan sonra epeyce kolaylaştığı bir buluşma noktası burası. 
Yapılabileceklerse oldukça zengin Kaş’ta. Tam da bu nedenle nerdeyse, adım başı gözümü alan nar ağaçlarından hareketle, meyvelerden Nar olmalı Kaş’ı tanımlayan diye düşünüyorum. Bir görünür ama, bin’dir aslında. Kaş da böyle. ‘Yapılacaklar’ listesi o kadar kabarık ki. Dinlenmek için de gidebilirsiniz, enerjinizi atmak, kendinizi aktivitelerle yormak için de.

Benim keşfime ve kendi Nar Tanelerime gelirsek; keşfim oldukça spontan gelişti. Mavi Yelken ekibinin organizasyonuna son dakika dahil oldum denebilir. Mavi Yelken’in dalış ekibine, gözlemci / tatilci statüsünden eklendim. Ekip dalış ekibi olunca havayolu yerine karayolu ile keşfin yoluna koyulduk. İstanbul’dan yaklaşık oniki saat süren bir yolculuğun ardından, Kalkan’ı geçtikten sonra karşılaştığımız Kaputaş, tüm klişeliğine inat insana “K’aş’k’a geldim !” dedirtti. Issızlığının içinde barındırdığı ‘rengarenk’liği unutulmazdı. Eğer Kaş’ta tercihiniz Kaputaş plajından yana olursa, tek akılda kalması gereken, buranın ıssızlığı, yani yemek içmek için kendi hamaratlığınızı konuşturmanız gerekiyor. Bu büyülü anlardan sonra, Kaş sizi dağların ardındaki güzelliği ile selamlıyor. Güzellik varlığından, ne yazık ki dağ tepe demeden var edilen ‘yapılaşma’ burada da kendini gösteriyor. Beni ise oldukça şaşırtıyor. Bu şaşkınlığım çarşıyı dolaşırken, ‘beyaz evler’le simgelenen Kaş’a dair süsleri gördüğümde daha bir pekişiyor. Beyaz evler deyince illa Bodrum akla gelecek diye bir şey yok elbette, ancak etrafa bakınca ‘beyaz ev’i sembolleştirmenin çok da mümkün olmadığını fark ediyorsunuz. Kaş’ın girişi evden bozma pansiyonlarla dolu. Bizimkisi hemen girişteki Santosa Pansiyon’du. Dedeli torunlu pek güleryüzlü bir aile işletmesi. Meydanı geçtiğinizde sıra sıra plajlara bakan kısma ise ‘oteller bölgesi’ denebilir. Kalabalık gitmiyorsanız, hele ki de arabanızla gidiyorsanız, plansızlık sizi yormayacak, kolayca kalacak yer bulabilirsiniz gibi geldi bana. ‘Avustralya’dan dahi bu plansızlıkla gelebiliyorsa insanlar’dan yola çıkarak varıyorum bu sonuca.


Dalış için Kaş’a gidiyorsanız, biraz planlı olmakta fayda var. Limandan her sabah kalkan dalış tekneleri ile önceden anlaşmak gerekiyor. Tüm gün ya da yarım günlük turlarla Heybeliada, Kovan, Kanyon gibi öne çıkan dalış noktalarında keyifli bir gün geçirebilirsiniz. Yok eğer, en favori aktiviteniz, deniz kenarında tembellik yapmak olacaksa, ‘Bi Lokma’ da( Mama’s Kitchen) kahvaltı, yapılması gerekenler listesinin en başında yer almalı. Anne Böreği, Hellim Izgara ile lezzetine lezzet katılan kahvaltınızda fonda yine Nar Ağaçları ve Begonviller var. 


Sonrasında ise kısa bir kahvaltı sonrası yürüyüşüyle, ki buna ihtiyacınız olacak, Büyük Çakıl plajına varabilirsiniz. Beyaz taşların denizle buluşması ancak bu kadar güzel olabilir diye düşünüyor insan. Kaş’ta denize akan kaynaklar oldukça fazlaymış, bu nedenle deniz suyu sıcaklığı çok değişken, hem de adım attıkça değişebiliyor. Bu nedenle biraz cesaret biraz da sabra ihtiyacınız olacak, eğer denize kıyıdan giriyorsanız.




Deniz keyfinden sonra bir buluşma noktası daha var Kaş’ta. Deja-vu Cafe Bar. Güneşi buradan batırmak adeta bir gelenek. 


                                       


Kaş’ın ‘gençleri’ burada buluşuyor deniz sonrası, yemek öncesi. Kaş’ta böyle bir  döngü var. Bu döngü akşamüstü başlıyor. Deja-vu, ardından akşam yemeğine hazırlık, çarşıda akşam yemeği, sonrasında ‘Mavi Önü’ buluşması, arada bir Echo, sonra yine ‘Mavi Önü’. Birinci Mavi Önü ve kapanıştaki Mavi Önü arasında, müzik zevkinize göre sokakların arasına dalıyorsunuz. Bu alternatiflerden biraz daha dingin olanı, Noel Baba’da, meydandaki en tarihi çay bahçesinde, çekirdek çitlemece ve tercihen alkollü, alkolsüz bir eşlikle muhabbete dalmaca olabilir. ‘Sitenin gençleri’ gruplar halinde eğlense de grupların homojen karışıma dönüşmesi çok şaşırtıcı değil, muhabbetler birbirine bağlanıyor, yüzler giderek daha tanıdık hala geliyor. Kaş’ta beden yaşı unutuluyor. Özellikle gece yarısından sonra yıllar geriye sarılıyor, uyku ertesi gün deniz kenarına ya da tekne güvertesine saklanıyor.
Sonbaharı yaza dönüştürmek için yapılabilecek en doğru tercihlerden biri Kaş. Nar gibi süprizleri içinde barındıran ,dağları aştığınızda karşınıza çıkan, sıcacık, pek samimi bir dünya saklı. Sizi zenginleştiren lezzetli bir bir buluşma noktası. Kendinizle buluşmak, nar tanelerinin bir’liğini fark etmek için de kendi dağlarınızı geçmeniz gerektiğini ve geçtiğinizde sizi rengarenk bir uyumun beklediğini yaşamak için de keşifsel nokta’nız Kaş olabilir ve tüm klişelerden sıyrılarak aşk’a gelebilir, bin’den bir’e varabilirsiniz. Bayram (!) tadında keşifler !



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder