İK ZİRVESİ 2012 @ Lütfi Kırdar Kongre ve
Sergi Sarayı
‘Dönüşüm Zamanı’ sloganıyla şekillendirilen İK Zirvesi, bu sene dönüşen dünyamızdaki yeni trendlere ışık tutarken, konularının uzmanlarından da güzel paylaşımlara ev sahipliği yapıyor.
Dönüşen elbetteki sadece
dünya, doğa değil, biz de değişiyoruz ve İnsan Kaynakları Zirvesi’nde insan
duyguları ve hatta karakter özelliklerine de bolca atıfta bulunuluyor. Bu arada
da bu seneki zirvenin dönüşümünden de bahsetmeden olmaz; oturma düzeni ‘etkileşim’
odaklı düzenlenmiş. Öncelikle “İstanbul Moda haftası bitmemiş miydi ?” diye
soruyorsunuz kendinize, ardından kuraklığı simgeleyen, çatlak toprağı ve salonu
çevreleyen, benzer yansıtma görüntüyü görünce, dönüşüme dairliği
hissediyorsunuz. Oturumlar peşi sıra geldikçe de, sunumlarla beslendikçe,
olumlu dönüşümü salon da yaşadı adeta. Öncelikle toprak kokusuyla dolan salon,
giderek yeşermeye ve hatta çiçeklenmeye başladı. Gün sonunda sümbül kokusu
etrafı sarmıştı. Tüm zirve her anında kendini, sadece insanın bireysel dönüşümü
değil çevre üzerinden de tanımladığını ifade etti adeta. Yaka kartlarımıza iyi
bakmamız gerekliliği de bununla bağlantılı, kartlarımız yeşerecek,
filizlenecek; Tohum Kart sayesinde. Renkli zarfların içine doldurduğumuz
hayallerimizle de İzmir Beydağları İK Ormanı’yla yeşerecek.
2018 yılında, yani 100. Kuruluş
yılını kutlarken, elektronik sektöründeki en
yeşil şirket olmayı hedefleyen Panasonic firması temsilcisi olarak,
böylesi “yeşeren” bir zirvede olmak da ayrıca önemli.
Günün açılışı MCT yöneticileri
Didem Tekay ve Alper Utku tarafından yapıldı. Zarif ve modern görsellikleri de
aslında dönüşümün göstergesiydi. Kalıpların kırıldığına ve yaratıcılığın ne
kadar ön planda olduğunu buradan da okumak mümkün.
Öne çıkan oturumlara gelince;
İlk oturumlar, değişen ya da
daha doğrusu değişmek zorunda kalan yeni ekonomik düzene dairdi.
“Standing On The Sun” kitabını görücüye
çıkaran Christopher Meyer, ‘küresel ekonominin geleceği’ne ışık tuttu hem de
Güneş’in üzerinden bakarak; Kopernik’in belirttiği gibi perspektifimizi
değiştirmemiz gerektiği vurgusuyla. Kapitalizm’in krizi, mevcut düzene uymaması
mevcut düzenin kendi içinde sabit kalmamasından kaynaklanıyor. “Digital Natives”in,
yani hali hazırda internetle, dijital dünya ile doğan ve büyüyen nesilin de
istekleri, talepleri değişmekte. Bu değişim de yeni bir ekonomiz düzeni zorunlu
kılıyor. “Para=Mutluluk” denklemi artık kendini yalanlıyor, çünkü insanlar,
üretkenliği ve faydalı olmayı para kazanmaktan önde tutmaya başlıyorlar. Kitabında
belli temel kurallardan da bahseden Meyer, Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişen
ekonomilerin artık hammadde ve işgücü kaynağı olarak görülmediğini, bu
alanların sadece büyüyen pazarlar olarak da değerlendirilmediğini vurguluyor. Bu
ülkeler, yeni ülkeler ve yeni ihtiyaçları dolayısıyla insanı temsil ediyor. Şirketlerde
artık yeni düzene yeni stratejileriyle ayak uydurmaya başlıyor, karlılığı
arttırmaktan ziyade faydalı olabilmek üzerine odaklanmak ve çalışanların da “topluma
fayda sağladığını” hissetmelerini sağlamak ön plana çıkıyor.
Muhammed Yunus:
Nobel
Barış ödüllü ünlü Profesör, nam-ı diğer, ‘fakirlerin bankacısı’ Muhammed Yunus’un
oturumu da oldukça güzeldi. Grameen Bankası’nın kurulum hikayesini detaylarıyla
paylaşan Yunus, Bangladeş’teki kalkınma planının, sadece fakir ülkelerde değil
tüm ülkelerde uygulanabilirliğini son dönemdeki ABD açılımıyla ifade etti. Fakir
olmanın, insanların suçu olmadığını, Bonzai ağacı örneğiyle ifade etmesi
oldukça akılda kalıcıydı. “Tohum aynı tohum, sizin onu küçük bir vazoya koyup,
büyük bir ağaç olmasını beklemeniz sorun. Tohumun büyüyememesi değil.” Projesini
hayata geçirirken, kadınları ön planda tutması ve mikro-ekonominin tüm
bağlarının kadının eline teslim edilmesinin pratik uygulamalarda fark
yarattığına da oldukça vurgu yaptı Yunus. Mevcut sistem, yeniden yaratılmalı, bunu
yaparken bencil benlik yerine bencil olmayan tarafımız ön planda tutulmalı. Çünkü
yaşanan krizlerde göstermekteki, mevcut sistemin dayattığı bencil benlik kişiyi
mutluluğun paraya dayalı olduğunu inandırsa da, pratik uygulamalar bunun
doğruluğundan şüphe ettirmekte son zamanlarda. Bu nedenle Yunus, başkalarının
problemlerini çözmek için çalışmanın yani ‘social business’ kavramının
şirketlerce son dönemde fark edilmeye başladığını ve önemsendiğini belirtiyor. Hızla
dönüşen dünyada, “imkansız ve mümkün arasındaki mesafe de oldukça hızla
kapanmakta.”
Ünlü Amerikan ayakkabı firması, Zappos’un
sözcüsü
Jamie Noughton, değişen dünya düzeninde, değişen İK yönetimine en çarpıcı
örneklerden birini dinleyicilerle paylaştı. Tüm gün boyunca özellikle
vurgulanan, ürünü farklılaştırmak yani yenilik, materyal üzerinden farklılık
sunmak artık çok yenilikçi bir yaklaşım değil, hatta oldukça sıradan bulunmaya
başlıyor. Bu nedenle Ne? Değil Nasıl ? sunduğunuz ve müşterinize ne kadar “dokunabildiğiniz”
sizi farklılaştırıyor. Tam da bu örneğin en taze pratiklerinden Zappos,
ayakkabı değil “mutluluk iletiyor”. Müşteri ilişkileri, çalışanların performans
değerlendirmeleri, tek tek incelemeye değer önemli örnekler sunuyor, birkaçı :
7/24 müşteri hizmetleri hatları çalışıyor, ayakkabılarında 365 gün iade
garantisi var; müşterinin istediği ürün kendilerinde yoksa rakip markaları
araştırıyorlar ve bulduklarında da müşteriyi o firmaya yönlendiriyorlar. Tüm
bunların temellenmesi ise tutkuyu paylaşmak üzerinde odaklanıyor. Tutkuya
yüksek bir anlam yüklendiğinde esas ve en kalıcı mutluluk sağlanıyor. Bu da “bağlılık”tan
geçiyor, çalışanlar zamanlarının %10-%20sini iş dışı aktivitelere ayırıyorlar,
klüpler kuruyorlar ve hepsinden de öte müşterileriyle empati kurmayı
öğreniyorlar.
Eski bir tiyatro oyuncusu olan
Piers Ibbetson,
yaratıcılığın, şirket içindeki evrimlerin, kendi içinde devrime dönüşmesiyle
gözlemlenebileceğini vurguluyor. Hiyerarşiyi tamamen reddetmemekle beraber,
Ibbetson’un vurgusu yakın çalışma ve daimi bir iletişim içinde olabilmeye. Yaratıcılık
için maksimum sayı 150 kişi ve bu 150 kişi içerisinde ise kişi yalnızca 25 kişi
ile yakın çalışıyor. Bu nedenle küçük gruplar halinde çalışmanın ve meşhur
organizasyon şemasında tepedeki ile en alt daldaki kişinin yakın etkileşimiyle
yaratıcılığa ulaşılabileceğini ifade ediyor. Üstelik bu yaratıcılık ise “en iyi”lerin
bir araya gelmesinden ziyade, “en farklıların” biraradalığıyla sağlanıyor. Şirket
içi bu devrimin en önemli bacakları ise; “tetikte olmak, önyargıyı ötelemek,
grup içerisindeki enerjiyi hissedene kadar sonuca varmamak.”
Zirve’nin sürprizlerinden biri de “farklılıklarla
zenginleşme / dönüşme” konseptiyle bağlantılı olarak ‘Engelleri Kaldırmak’
üzerineydi. Özellikle engellilerin istihdamı için daha gidecek çok yolumuz
olduğu çarpıcı rakamlarla Sinan Karahan tarafından aktarıldı. Türkiye’deki
8,7 milyon engelliden, ne yazık ki yalnızca % 0,7’si üniversite mezunu. İstihdam
oranları ise halen çok düşük, özellikle yoğunlukta olan kadın engelli iş gücü
için yasaların önünü açarken pratikte de ‘pozitif ayrımcılık’ vurgusu yılmadan
yapılması gerektiğinin altı çizildi. CHP Milletvekili Şafak Pavey ise
konuşmasında İK’cılara engelleri kaldırmada, engellilerin yolunu açmada ne
kadar önemli rol oynadıklarından bahsetti. Engelleri yaratanın yine bizler olduğunu
düşünürsek, bu engelleri aşmada da yine bizlere oldukça önemli rol düşüyor.
‘Önyargıları kırmak’ için yapılan BULUŞMA
öğle yemeğinde de alanlarında başarılarıyla engellerini çoktan aşmış isimlerle
yemek organize edilmişti. Zirve tam bir sosyal dokunuşlar geçiti sergiledi ilk
gününden denebilir.
Yemek sonrası oturumlarda da özellikle
insanın dönüşümüne yapılan vurgular vardı. Keith Campbell, çağımızın en
önemli sorunlarından “asrın vebası narsizim”den bahsetti. Çarpıcı verileri
iletirken, şarkı sözlerinde ne kadar çok “ben” ne kadar azalan oranda “biz”
kullanıldığını; giderek “dededen kalma” isimlerden uzaklaştığımızı,
bireyselleşmenin aslında giderek, ben’ciliğe doğru gittiğini gözler önüne
serdi.
Narsist bireylerin organizasyonlar için de
oldukça tehlikeli ve riskli olduğunun altını çizen Campbell, sosyal medyanın da
yer yer yarattığı “echo chamber”lar ile yani çok sınırlı çevrede kendi
yorumlarınızla beslenmenizden doğan ben’cilik ile de narsizime olan katkısını
göz ardı etmememiz gerektiğini hatırlatmaktan geri durmadı.
MCT
Danışmanlarından, Mehmet Namık Aydın’ın sunduğu oturuma damgasını vuran söz ise
Churchill’e aitti; “Cesaret ayağa kalkıp konuşmaktır, ancak aynı zamanda
DİNLEMEKTİR.” Bu sözün üzerinde şekillenen oturum, geri bildirim; bildirim;
haddini bildir-im’in farkları üzerineydi. Karşınızdakine alan yaratmak ve onun
da etkin bir şekilde geri bildirim ‘dialoguna’katılmasının en verimli olan
olduğu vurgusu ile ve son olarak hepimizden ‘yarın kimseye haddimizi
bildirmeyeceğimize dair’ söz alarak, oturumu bitirdi.
Günün
sonu ise çiçeklenmiş salonda hayata yaktığımız mumlarla ışıklandı. Son
konuşmacı, Barefoot (çıplakayak) Koleji’nin Sankjit Bunker Roy tarafından nasıl
kurulduğunun hikayesini hayretlerle ve ilhamla dinledik. Hint geleneklerine
göre mum yakmak, karşıdakine ışık vermek, hediye sunmak anlamına geliyor. Bu
ışıltılar arasında Roy’un yaşamını dinlemek oldukça keyifliydi. Hindistan’ın en
pahalı üniversitesinde mezun olduktan sonra, üst kademelerde görevlendirilmesi
beklenen Roy, sıradışı bir kararla ve ailesini karşısına alarak, köyde ‘kuyu
kazmaya’ karar veriyor. Kendi eğitime bu kadar para harcarken, insanların
açlıktan öldükleri fikri onu oldukça etkiliyor ve mezun olduktan sonra 5 sene
kuyu kazmaya devam ediyor. “Topluma katkı” sağlamak ve ‘işçiliğin haysiyeti’
önceliklerinden olduğundan, buna devam ediyor ve bu deneyim Barefoot Koleji’nin
kuruluşuna zemin hazırlıyor. Kolej, bildiğimiz ‘okullardan’ çok farklı. Roy
özellikle vurguluyor “ Okul, okuma-yazmayı öğrendiğiniz yerdir, kolej/
üniversite ise hayatı, ailenizle, yakınlarınızla, çevrenizle öğrendiğiniz
yerdir.” Tam da bu nedenle, “okulun sizi sınırlamasını engelleyin” diyor, Mark
Twain’den alıntı yaparak. Barefoot Kolej’de hiç bir sertifikasyon yok, çünkü
Roy’a göre gerçek profesyonellik sertifika ile taçlanmıyor. Kırıkçı
çıkıkçıların bile içinde bulunduğu bu profesyonellerin emekleri değerüstü
olarak nitelendiriliyor. Muhammed Yunus’un Grameen Bankası oluşumu hikayesiyle
ile benzerlikler var. Kadınların gücü, bu hikayede de oldukça belirgin. “Kadınlar
ve büyükanneler” diye belirtiyor Roy, erkeklerden çok daha kolay öğreniyorlar ve katkıları inanılmaz
oluyor. Okuma yazma bile bilmeyen büyükannelerden, güneş enerjisi mühendisleri,
dişçiler yaratıyor bu kolej. Oldukça ilham verici bu hikaye, yazılmaya devam
ediyor, son çalışmalarla Türkiye’den de büyükannelerin dahil olma durumu söz
konusu. Konuşmasını bitirken Roy, Gandhi’den oldukça etkileyici bir alıntı daha
yapıyor ve adeta kendi hikayesini özetliyor; “Önce sizi umursamazlar,sonra size
gülerler,sonra sizinle kavga ederler, sonra siz kazanırsınız.”
İlham verici hikayelerle ve akılda kalıcı
sözlerle dolu İK Zirvesi ilk günü oldukça verimliydi. Zirve’nin web sitesinde
diğer tüm oturumlara dair detaylar mevcut.
Yarını sabırsızlıkla beklemekteyim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder