15 Şubat 2012 Çarşamba

İK ZİRVESİ 2012



İK ZİRVESİ 2012 @ Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı

İLK GÜN_15 Şubat 2012


‘Dönüşüm Zamanı’ sloganıyla şekillendirilen İK Zirvesi, bu sene dönüşen dünyamızdaki yeni trendlere ışık tutarken, konularının uzmanlarından da güzel paylaşımlara ev sahipliği yapıyor.

Dönüşen elbetteki sadece dünya, doğa değil, biz de değişiyoruz ve İnsan Kaynakları Zirvesi’nde insan duyguları ve hatta karakter özelliklerine de bolca atıfta bulunuluyor. Bu arada da bu seneki zirvenin dönüşümünden de bahsetmeden olmaz; oturma düzeni ‘etkileşim’ odaklı düzenlenmiş. Öncelikle “İstanbul Moda haftası bitmemiş miydi ?” diye soruyorsunuz kendinize, ardından kuraklığı simgeleyen, çatlak toprağı ve salonu çevreleyen, benzer yansıtma görüntüyü görünce, dönüşüme dairliği hissediyorsunuz. Oturumlar peşi sıra geldikçe de, sunumlarla beslendikçe, olumlu dönüşümü salon da yaşadı adeta. Öncelikle toprak kokusuyla dolan salon, giderek yeşermeye ve hatta çiçeklenmeye başladı. Gün sonunda sümbül kokusu etrafı sarmıştı. Tüm zirve her anında kendini, sadece insanın bireysel dönüşümü değil çevre üzerinden de tanımladığını ifade etti adeta. Yaka kartlarımıza iyi bakmamız gerekliliği de bununla bağlantılı, kartlarımız yeşerecek, filizlenecek; Tohum Kart sayesinde. Renkli zarfların içine doldurduğumuz hayallerimizle de İzmir Beydağları İK Ormanı’yla yeşerecek.
2018 yılında, yani 100. Kuruluş yılını kutlarken, elektronik sektöründeki en yeşil şirket olmayı hedefleyen Panasonic firması temsilcisi olarak, böylesi “yeşeren” bir zirvede olmak da ayrıca önemli.
Günün açılışı MCT yöneticileri Didem Tekay ve Alper Utku tarafından yapıldı. Zarif ve modern görsellikleri de aslında dönüşümün göstergesiydi. Kalıpların kırıldığına ve yaratıcılığın ne kadar ön planda olduğunu buradan da okumak mümkün.


Öne çıkan oturumlara gelince;

İlk oturumlar, değişen ya da daha doğrusu değişmek zorunda kalan yeni ekonomik düzene dairdi.
“Standing On The Sun” kitabını görücüye çıkaran Christopher Meyer, ‘küresel ekonominin geleceği’ne ışık tuttu hem de Güneş’in üzerinden bakarak; Kopernik’in belirttiği gibi perspektifimizi değiştirmemiz gerektiği vurgusuyla. Kapitalizm’in krizi, mevcut düzene uymaması mevcut düzenin kendi içinde sabit kalmamasından kaynaklanıyor. “Digital Natives”in, yani hali hazırda internetle, dijital dünya ile doğan ve büyüyen nesilin de istekleri, talepleri değişmekte. Bu değişim de yeni bir ekonomiz düzeni zorunlu kılıyor. “Para=Mutluluk” denklemi artık kendini yalanlıyor, çünkü insanlar, üretkenliği ve faydalı olmayı para kazanmaktan önde tutmaya başlıyorlar. Kitabında belli temel kurallardan da bahseden Meyer, Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişen ekonomilerin artık hammadde ve işgücü kaynağı olarak görülmediğini, bu alanların sadece büyüyen pazarlar olarak da değerlendirilmediğini vurguluyor. Bu ülkeler, yeni ülkeler ve yeni ihtiyaçları dolayısıyla insanı temsil ediyor. Şirketlerde artık yeni düzene yeni stratejileriyle ayak uydurmaya başlıyor, karlılığı arttırmaktan ziyade faydalı olabilmek üzerine odaklanmak ve çalışanların da “topluma fayda sağladığını” hissetmelerini sağlamak ön plana çıkıyor.

Muhammed Yunus:
                Nobel Barış ödüllü ünlü Profesör, nam-ı diğer, ‘fakirlerin bankacısı’ Muhammed Yunus’un oturumu da oldukça güzeldi. Grameen Bankası’nın kurulum hikayesini detaylarıyla paylaşan Yunus, Bangladeş’teki kalkınma planının, sadece fakir ülkelerde değil tüm ülkelerde uygulanabilirliğini son dönemdeki ABD açılımıyla ifade etti. Fakir olmanın, insanların suçu olmadığını, Bonzai ağacı örneğiyle ifade etmesi oldukça akılda kalıcıydı. “Tohum aynı tohum, sizin onu küçük bir vazoya koyup, büyük bir ağaç olmasını beklemeniz sorun. Tohumun büyüyememesi değil.” Projesini hayata geçirirken, kadınları ön planda tutması ve mikro-ekonominin tüm bağlarının kadının eline teslim edilmesinin pratik uygulamalarda fark yarattığına da oldukça vurgu yaptı Yunus. Mevcut sistem, yeniden yaratılmalı, bunu yaparken bencil benlik yerine bencil olmayan tarafımız ön planda tutulmalı. Çünkü yaşanan krizlerde göstermekteki, mevcut sistemin dayattığı bencil benlik kişiyi mutluluğun paraya dayalı olduğunu inandırsa da, pratik uygulamalar bunun doğruluğundan şüphe ettirmekte son zamanlarda. Bu nedenle Yunus, başkalarının problemlerini çözmek için çalışmanın yani ‘social business’ kavramının şirketlerce son dönemde fark edilmeye başladığını ve önemsendiğini belirtiyor. Hızla dönüşen dünyada, “imkansız ve mümkün arasındaki mesafe de oldukça hızla kapanmakta.”


Ünlü Amerikan ayakkabı firması, Zappos’un sözcüsü Jamie Noughton, değişen dünya düzeninde, değişen İK yönetimine en çarpıcı örneklerden birini dinleyicilerle paylaştı. Tüm gün boyunca özellikle vurgulanan, ürünü farklılaştırmak yani yenilik, materyal üzerinden farklılık sunmak artık çok yenilikçi bir yaklaşım değil, hatta oldukça sıradan bulunmaya başlıyor. Bu nedenle Ne? Değil Nasıl ? sunduğunuz ve müşterinize ne kadar “dokunabildiğiniz” sizi farklılaştırıyor. Tam da bu örneğin en taze pratiklerinden Zappos, ayakkabı değil “mutluluk iletiyor”. Müşteri ilişkileri, çalışanların performans değerlendirmeleri, tek tek incelemeye değer önemli örnekler sunuyor, birkaçı : 7/24 müşteri hizmetleri hatları çalışıyor, ayakkabılarında 365 gün iade garantisi var; müşterinin istediği ürün kendilerinde yoksa rakip markaları araştırıyorlar ve bulduklarında da müşteriyi o firmaya yönlendiriyorlar. Tüm bunların temellenmesi ise tutkuyu paylaşmak üzerinde odaklanıyor. Tutkuya yüksek bir anlam yüklendiğinde esas ve en kalıcı mutluluk sağlanıyor. Bu da “bağlılık”tan geçiyor, çalışanlar zamanlarının %10-%20sini iş dışı aktivitelere ayırıyorlar, klüpler kuruyorlar ve hepsinden de öte müşterileriyle empati kurmayı öğreniyorlar.


Eski bir tiyatro oyuncusu olan  Piers Ibbetson, yaratıcılığın, şirket içindeki evrimlerin, kendi içinde devrime dönüşmesiyle gözlemlenebileceğini vurguluyor. Hiyerarşiyi tamamen reddetmemekle beraber, Ibbetson’un vurgusu yakın çalışma ve daimi bir iletişim içinde olabilmeye. Yaratıcılık için maksimum sayı 150 kişi ve bu 150 kişi içerisinde ise kişi yalnızca 25 kişi ile yakın çalışıyor. Bu nedenle küçük gruplar halinde çalışmanın ve meşhur organizasyon şemasında tepedeki ile en alt daldaki kişinin yakın etkileşimiyle yaratıcılığa ulaşılabileceğini ifade ediyor. Üstelik bu yaratıcılık ise “en iyi”lerin bir araya gelmesinden ziyade, “en farklıların” biraradalığıyla sağlanıyor. Şirket içi bu devrimin en önemli bacakları ise; “tetikte olmak, önyargıyı ötelemek, grup içerisindeki enerjiyi hissedene kadar sonuca varmamak.”

Zirve’nin sürprizlerinden biri de “farklılıklarla zenginleşme / dönüşme” konseptiyle bağlantılı olarak ‘Engelleri Kaldırmak’ üzerineydi. Özellikle engellilerin istihdamı için daha gidecek çok yolumuz olduğu çarpıcı rakamlarla Sinan Karahan tarafından aktarıldı. Türkiye’deki 8,7 milyon engelliden, ne yazık ki yalnızca % 0,7’si üniversite mezunu. İstihdam oranları ise halen çok düşük, özellikle yoğunlukta olan kadın engelli iş gücü için yasaların önünü açarken pratikte de ‘pozitif ayrımcılık’ vurgusu yılmadan yapılması gerektiğinin altı çizildi. CHP Milletvekili Şafak Pavey ise konuşmasında İK’cılara engelleri kaldırmada, engellilerin yolunu açmada ne kadar önemli rol oynadıklarından bahsetti. Engelleri yaratanın yine bizler olduğunu düşünürsek, bu engelleri aşmada da yine bizlere oldukça önemli rol düşüyor.
‘Önyargıları kırmak’ için yapılan BULUŞMA öğle yemeğinde de alanlarında başarılarıyla engellerini çoktan aşmış isimlerle yemek organize edilmişti. Zirve tam bir sosyal dokunuşlar geçiti sergiledi ilk gününden denebilir.
Yemek sonrası oturumlarda da özellikle insanın dönüşümüne yapılan vurgular vardı. Keith Campbell, çağımızın en önemli sorunlarından “asrın vebası narsizim”den bahsetti. Çarpıcı verileri iletirken, şarkı sözlerinde ne kadar çok “ben” ne kadar azalan oranda “biz” kullanıldığını; giderek “dededen kalma” isimlerden uzaklaştığımızı, bireyselleşmenin aslında giderek, ben’ciliğe doğru gittiğini gözler önüne serdi.
Narsist bireylerin organizasyonlar için de oldukça tehlikeli ve riskli olduğunun altını çizen Campbell, sosyal medyanın da yer yer yarattığı “echo chamber”lar ile yani çok sınırlı çevrede kendi yorumlarınızla beslenmenizden doğan ben’cilik ile de narsizime olan katkısını göz ardı etmememiz gerektiğini hatırlatmaktan geri durmadı.
                MCT Danışmanlarından, Mehmet Namık Aydın’ın sunduğu oturuma damgasını vuran söz ise Churchill’e aitti; “Cesaret ayağa kalkıp konuşmaktır, ancak aynı zamanda DİNLEMEKTİR.” Bu sözün üzerinde şekillenen oturum, geri bildirim; bildirim; haddini bildir-im’in farkları üzerineydi. Karşınızdakine alan yaratmak ve onun da etkin bir şekilde geri bildirim ‘dialoguna’katılmasının en verimli olan olduğu vurgusu ile ve son olarak hepimizden ‘yarın kimseye haddimizi bildirmeyeceğimize dair’ söz alarak, oturumu bitirdi.
                Günün sonu ise çiçeklenmiş salonda hayata yaktığımız mumlarla ışıklandı. Son konuşmacı, Barefoot (çıplakayak) Koleji’nin Sankjit Bunker Roy tarafından nasıl kurulduğunun hikayesini hayretlerle ve ilhamla dinledik. Hint geleneklerine göre mum yakmak, karşıdakine ışık vermek, hediye sunmak anlamına geliyor. Bu ışıltılar arasında Roy’un yaşamını dinlemek oldukça keyifliydi. Hindistan’ın en pahalı üniversitesinde mezun olduktan sonra, üst kademelerde görevlendirilmesi beklenen Roy, sıradışı bir kararla ve ailesini karşısına alarak, köyde ‘kuyu kazmaya’ karar veriyor. Kendi eğitime bu kadar para harcarken, insanların açlıktan öldükleri fikri onu oldukça etkiliyor ve mezun olduktan sonra 5 sene kuyu kazmaya devam ediyor. “Topluma katkı” sağlamak ve ‘işçiliğin haysiyeti’ önceliklerinden olduğundan, buna devam ediyor ve bu deneyim Barefoot Koleji’nin kuruluşuna zemin hazırlıyor. Kolej, bildiğimiz ‘okullardan’ çok farklı. Roy özellikle vurguluyor “ Okul, okuma-yazmayı öğrendiğiniz yerdir, kolej/ üniversite ise hayatı, ailenizle, yakınlarınızla, çevrenizle öğrendiğiniz yerdir.” Tam da bu nedenle, “okulun sizi sınırlamasını engelleyin” diyor, Mark Twain’den alıntı yaparak. Barefoot Kolej’de hiç bir sertifikasyon yok, çünkü Roy’a göre gerçek profesyonellik sertifika ile taçlanmıyor. Kırıkçı çıkıkçıların bile içinde bulunduğu bu profesyonellerin emekleri değerüstü olarak nitelendiriliyor. Muhammed Yunus’un Grameen Bankası oluşumu hikayesiyle ile benzerlikler var. Kadınların gücü, bu hikayede de oldukça belirgin. “Kadınlar ve büyükanneler” diye belirtiyor Roy, erkeklerden çok daha  kolay öğreniyorlar ve katkıları inanılmaz oluyor. Okuma yazma bile bilmeyen büyükannelerden, güneş enerjisi mühendisleri, dişçiler yaratıyor bu kolej. Oldukça ilham verici bu hikaye, yazılmaya devam ediyor, son çalışmalarla Türkiye’den de büyükannelerin dahil olma durumu söz konusu. Konuşmasını bitirken Roy, Gandhi’den oldukça etkileyici bir alıntı daha yapıyor ve adeta kendi hikayesini özetliyor; “Önce sizi umursamazlar,sonra size gülerler,sonra sizinle kavga ederler, sonra siz kazanırsınız.”

İlham verici hikayelerle ve akılda kalıcı sözlerle dolu İK Zirvesi ilk günü oldukça verimliydi. Zirve’nin web sitesinde diğer tüm oturumlara dair detaylar mevcut.

Yarını sabırsızlıkla beklemekteyim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder