Gaziantep’le
tanışmamın bir özetidir bu aslında. Yıllardır ötelenmiş bir Doğu’ya yolculuğun
deneyim paylaşımı. Henüz tanıştık Antep’le. Denk geldi, iyi ki de oldu. Şirketim
Panasonic’in çevre bilinci oluşturmak için 7-11 yaşındaki çocukları dahil
ettiği sosyal sorumluluk projesi, öğrenim programı olan Okulumuz Yeşil !’i
Gaziantep çocuklarıyla buluşturmak için Gaziantep’le günübirlik tanıştım. Tanıştım
diyorum, ilişkileri iyi tutmak, samimiyeti artırmak lazım, devamı da gelmelidir
!
Şehre Dair:
Aralık ayına
inat, pırıl pırıl karşıladı bizi Antep. Oldukça da sıcaktı. Uçaktan inerken,
adeta sanat eseri gibiydi, tarlalardaki görüntü, öyle güzel ekilmişler ki. Toprak
renginin hemen her tonu, yeşilin koyu tonlarıyla buluşmuştu. Havalimanından,
şehir içine ulaşımı havaalanı servisleriyle yapmak mümkün. Yaklaşık yarım saat
sürüyor. Çok dağlık bir bölge olmadığı için de pek yokuşlu olmayan, geniş, düz bir
şehir, Antep. Şehir içinde ferah ferah kullanmışlar alanları. Geniş meydanlar,
parklar görüyorsunuz. Bulvar hissiyatı oluşuyor, insanda. Hemen dikkatimizi
çekti, peyzajdaki incelikler. Tramway yollarına yeşil halı döşenmiş, yanlardaki
yeşillik alanlarla uyumlu olsun diye, olsa gerek. Göze hitap eden bir şehir.
İnsanlarına Dair:
İnsanları ise,
tanışıklığımız süresince öyle güleryüzlü, öyle yardımcılardı ki. İtiraf
ediyorum, bu kez şehirde görülecekler, gezilecekler dersime çalışmamıştım
gitmeden. Ancak gerek bile kalmadı. Daha şehre inerken, yolculardan Canan
Hanım, kahvaltı için bizi “Orkide”ye yönlendirdi.
Kahvaltıyı Nerede Yapmalı ?
Gaziantep’in en eski
pastanesiymiş, 1967’de kurulmuş. Bakmayın bu kadar ‘tarihi’ olduğuna. Oldukça
modern görünümlü bir yer. Ama uçakta gördüğümüz bir çok yüzle burada tekrar
karşılaşmamız, epey doğru bir adreste olduğumuzu bize tekrar kanıtladı. İki
kişiyseniz, Köy Kahvaltısı alın, ancak tek kişilik alın, derim. Elbette
Katmer’i de yanına iliştirin. Hani derler ya, güne nasıl başlarsan öyle gider.
İşte böyle bir kahvaltı, tüm günümüzü ihya etti, denebilir ! Yediklerimizin
yanısıra, hizmet ile de karnımız doydu adeta. Servis oldukça güleryüzlüydü.
Katmer’le ilk buluşmamız olduğundan epey de şaşkındık. Garsonumuz, hemen soğuk
süt ikram etti yanına, “böyle deneyin bir de, pişman olmayacaksınız” diyerek. Zamanımız
dar olmasına rağmen de ısrarına dayanamayıp, “kahvesini” de içtik. Sunum öyle
güzeldi ki, meşhur bakır tepsisinde ve oldukça zarif bir arajmanla sunulan
kahvelerimizle sonlandırdık Orkide deneyimimizi.
Nereler Gezilmeli ?
“Görülecekler”
listesinde bir çok yeri peşpeşe görmek mümkün Antep’te. Bizim bu sınırlı
deneyimimizde, listemizin başında, Zincirli Bedesten, Bakırcılar Çarşısı,
Tütüncüler Hanı, Tahmis Kahvesi vardı.
Zincirli Bedesten, miniyatür bir Kapalı Çarşı’ydı. Bakırcılar
Çarşısı’nda Bakır üstadlarının, el emeklerini yaparken gözlemlemek,
Kalaycıları izlemek en büyük keyifti. Bu arada Kasım Abi’nin dükkanından
bahsetmeden geçemeyeceğim. Kasım Kaygın’ın Kutnu Kumaş dükkanı burası,
Bakırcılar Çarşısı’nda ancak o artık ilk on dakika sonrasında Kasım Abi’miz
olmuştu.
Kutnu, Gaziantep’e özgü bir dokuma kumaş, ipekli bir dokuma ve oldukça
özel bir el emeğinin ürünü. Her bir desen ise başka bir hikaye ve başka bir
hikaye anlatıyor. Üstelik İstanbul’da ünlü modacılar, ünlü isimler bu kumaşları
çoktan keşfetmiş, kullanıyor. Bakırcılar Çarşısı’nda esnaf dostluklarını
gözlemlemek de pek keyifliydi. Kasım Abi de dükkanın kapısını
kilitlemeyenlerden, dükkandan çıkarken gündüzleri. Herkes pek bir muhabbetli.
Sağolsun, Zahter de ikram etti bize. Zahter, bir başka Gaziantep’e özgülük.
Yabani Kekik çayı. Mis gibi ve oldukça sağlıklı. Kahvaltı da yenen Zahter de
var ki, o toz olarak konuyor sofraya. Zeytinyağı eşliğinde ekmekle yeniyormuş.
Biz deneyimleyemedik ama aklınızda olsun, siz eksik kalmayın !
Kasım Abi
ikramlarıyla da kalmadı, bize hemen uğrayabileceğimiz, kısa bir gezi planı da
yaptı. “Beğenmezseniz, arayıp bana söyleniyorsunuz” dedi gayet samimiyetle J
Oradan Tütüncü
Hanı’na uğradık. Zaten Antep hanlarıyla meşhur. Hana girince hemen
karşımıza çıkan Mağara Cafe’ye de girdik. Adı üzerinde Mağara’dan
dönüşen bir yer burası, oldukça farklı ve etkileyici bir dokuydu. Kokusu bile
başka. Turistik bir ziyaretti bizimkisi, fotograf çekip, çıktık. Çünkü
hedefimiz, Antep’in meşhur kahvesi Menengiç’i, yine en eski kahvesi olan Tahmis
Kahvesi’nde içmekti. Bu arada yol üzerinde “Yemen”
Baharatçısına uğrayıp, çay için Zahter aldık. Kahvaltılık Zahter’e cesaret
edemedik. Aklımız Nar ekşilerinde de kaldı, uçak yolculuğumuz ve sıvı
kısıtlamamızı düşünerek.
Oradan meşhur
Gaziantep Menengiç Kahvesi’ni deneyimlemek için şehrin en eski kahvesine,
Tahmis Kahvesi’ne uğradık. Menengiç Kahvesi, sütlü ve zaten “kahveniz nasıl
olsun?” sorusunun hükmü yok. Orta içiyorsunuz, usulen. Kahve, baharat tadını
geçiriyor size. Girergirmez, büyülüyor doku sizi, ardından kahve kokusu ve
kahveyi öyle güzel servis ediyorlar ki, yanında kavrulmuş kuruyemişi ile. Tam
manasıyla, 40 yıl hatırı kalacak bir deneyim oluyor.
Bakırcılara
giderken meşhur İmam Çağdaş’ı da görüyorsunuz, tatlıcı, kebapçı. Ancak farklı
farklı kimden görüş aldıysak, tavsiye etmediler burayı. Ünlü ama artık
fabrikasyon olduğundan bahsettiler. Hatta taksicilerimizden birinin yorumu “100
usta ile 10 ustanın işi bir olur mu !”ydu. Bu nedenle tek bir alanda ve işinin
ustası olanları tavsiye ettiler. Bunlardan en önemlisi Halil Usta. Et yemek
istiyorsanız, gitmeniz gereken. Zeugma Müzesi’nin arkasında kalıyor yeri. Zaman
darlığından, açlığımızı bastırıp önce Zeugma Müzesi’nin yolunu tuttuk biz. Burası
şehir merkezinden biraz uzak kalıyor. İpek Yolu üzerinde. Müzenin önündeki
‘Deve Kervanı’ bundan ileri geliyor. Yüzünüzü Zeugma Müzesi’ne döndüğünüzde ise
tam bir huşu anı. Dış görünümü ile bile oldukça etkileyici. Devasa bir yapı. Müzekart
nimetinden yararlanıp, girdiğinizde ise ikinci bir huşu anı sizi bekliyor.
Zeugma’ya Dair:
Müze gezmeyi pek
severim, üstelik iyi kurgulanmış, akıllı bir müze de olursa, değmeyin keyfime. Gezi
yönü okları, açıklama alanları, akıllı ekranlarla, gri-mavi duvarlarıyla, ‘en
sevdiğim müzeler’ listemde ilk sıraları zorlayacak bir müze Zeugma. Dünyanın en
büyük mozaik müzesi. ‘Tesadüflerle’ ortaya çıkmış bir çok mozaik sergileniyor
burada. Eski Zeugma kentindeki villalardan çıkan adeta müthiş mozaikleri
görüyorsunuz burada. Havuzlar, giriş kapısı mozaikleri, halı yerine kullanılan
bir çok eser. Alan epey geniş
kullanılmış, adeta şehirde gezdiğini hissediyor insan. Ve Çingene Kızı mozaiği.
Bu mozaik yapılma tekniği nedeniyle oldukça önemli ve kazılar zamanında‘farkedilip’
çalınmadığından oldukça da büyük şans bizim için. Bu mozaik, üst katta yer
alıyor. Simsiyah bir koridordan içeri giriyorsunuz. Oldukça gizemli bir alan.
Simsiyah bir odaya giriyorsunuz, muhakkak yanınızada bir güvenlik görevlisi
oluyor. Ve işte orada ! Her yer karanlık, Çingene Kızı ise ışıldıyor adeta. Devasa
bir mozaik değil ama etkisi böyle oluyor. Gözlerdeki derinlik, saçlardaki
kıvrımlar. ‘Üç çeyrek bakış’ denen bir teknikle yapılmış. Bu tekniği anımsamak
için Mona Lisa demem yeterli herhalde. Gaziantep’in sembolü bu mozaik. Baktığınız
bir çok yerde gözünüze ilişiyor şehirde gezerken.
Zeugma’ya
açlığımızı bastırıp girmiştik. Bu bize Halil Usta’ya yetişememeye mal oldu.
Nerede Yemeli ?
Halil Usta, esnaf
lokantası olduğundan akşamüstüne kalmıyormuş. Müze görevlilerinden öğrendik.
Onlar bizi Mehmet Usta’ya, yani Halil Usta’nın kardeşine yönlendirdiler. Kart
yazdılar hatta, Zeugma’dan geldiğimize dair. Mehmet Usta’nın dükkanı merkezde. Kartı
uzatınca zaten adeta büyülü bir dünyaya girmiş gibi olduk. Mehmet Usta’da buyur
etti bizi. Öyle güzel ağırlandık ki. “ekmek yemeyin” diye uyarı aldık, zira
hemen herşeyi tadacaktık. Et yememişim bugüne kadar, dedirten lezzetler geldi
önümüze. Hepsi küçükbaşmış. Büyükbaş Antep’te kullanılmazmış, neredeyse. Eti
öyle iyi biliyorlar ki, öyle de güzel anlatıyorlar ki, ne yediğinizi biliyorsunuz,
hissetmenin dışında.
Önden ‘kaşık
salata’ geldi, kaşıkla yenmesi gereken salata. Sosu, nar ekşili, acılıydı.
İçmek lazım suyunu. Şişle beraber, ‘simit kebabı’ geldi. Bu arada bunların
yanında, pilav, patates yok. Gerek yok, ete saygısızlık yapmaya, Hakk’ını
vermeli. Simit Kebabı, bulgurla yoğruluyormuş. Baharatlı bir kebap. Devamında
Küşleme geldi. Kolay bulunmayan, özel bir et. Küşlemeyi bir de baharatlı
getirdiler. Et, pişirmek de bir sanat, bunu daha iyi anladım. Suyunu, lezzetini
ayarlamak lazım. Üstadlar anlatarak yedirdiler bize. Kapanışta Tike ikram
ettiler. Pirzolanın kemiksiz tarafı. Leziz desem dahi yetmeyecek Hakk’ıyla
anlatmaya.
Uyarıya uyup, çok
pide yemediğimizden, tam kararındaydı. Üzerine Havuç dilim baklava da ikram
ettiler. Ayıntap’tan. Biz baklavamızı Koçak’tan aldık. Bu isimler epey ünlü Gaziantep’te,
yine İmam Çağdaş ile karşılaştırıldığında, epey öne çıkıyor bu isimler. Aslında
İmam Çağdaş, birçoklarının ustasıymış. Bu bilgiye, ‘boynuz kulağı geçer” sözü
de mütemadiyen ekleniyor.
Gaziantep’ten
epey güzellikle ayrılıyoruz. Çok kısa zaman da olsa. Tadı damağımızda kalacak
şekilde yaşayabildik bir çok şeyi. Tüm anlatım boyunca B'iz derken, yanımda ajansımız Marjinal Porter Novelli'den güzel iş arkadaşlığının yanısıra yol dostluğunu da deneyimleyebildiğim, Nazlı vardı. İyi ki de vardı !
Gezimizde eksik kalan, Kır Kahvesi, Gaziantep Evleri,
Konakları, bir sonraki gezi için not düşüldü. Samimiyet, hoşsohbet insanlarla
yaşanan paylaşımlar ise anılarda en değerli yerlerini edindiler. Nerede Kalınmalı?
başlığının da eklendiği bir gezi daha olacak belli ki..
Tanıştık,
dostluğumuz daim olsun..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder