29 Aralık 2012 Cumartesi

Gaziantep'le Tanışma !





Gaziantep’le tanışmamın bir özetidir bu aslında. Yıllardır ötelenmiş bir Doğu’ya yolculuğun deneyim paylaşımı. Henüz tanıştık Antep’le. Denk geldi, iyi ki de oldu. Şirketim Panasonic’in çevre bilinci oluşturmak için 7-11 yaşındaki çocukları dahil ettiği sosyal sorumluluk projesi, öğrenim programı olan Okulumuz Yeşil !’i Gaziantep çocuklarıyla buluşturmak için Gaziantep’le günübirlik tanıştım. Tanıştım diyorum, ilişkileri iyi tutmak, samimiyeti artırmak lazım, devamı da gelmelidir !

Şehre Dair:
Aralık ayına inat, pırıl pırıl karşıladı bizi Antep. Oldukça da sıcaktı. Uçaktan inerken, adeta sanat eseri gibiydi, tarlalardaki görüntü, öyle güzel ekilmişler ki. Toprak renginin hemen her tonu, yeşilin koyu tonlarıyla buluşmuştu. Havalimanından, şehir içine ulaşımı havaalanı servisleriyle yapmak mümkün. Yaklaşık yarım saat sürüyor. Çok dağlık bir bölge olmadığı için de pek yokuşlu olmayan, geniş, düz bir şehir, Antep. Şehir içinde ferah ferah kullanmışlar alanları. Geniş meydanlar, parklar görüyorsunuz. Bulvar hissiyatı oluşuyor, insanda. Hemen dikkatimizi çekti, peyzajdaki incelikler. Tramway yollarına yeşil halı döşenmiş, yanlardaki yeşillik alanlarla uyumlu olsun diye, olsa gerek. Göze hitap eden bir şehir.

İnsanlarına Dair:
İnsanları ise, tanışıklığımız süresince öyle güleryüzlü, öyle yardımcılardı ki. İtiraf ediyorum, bu kez şehirde görülecekler, gezilecekler dersime çalışmamıştım gitmeden. Ancak gerek bile kalmadı. Daha şehre inerken, yolculardan Canan Hanım, kahvaltı için bizi “Orkide”ye yönlendirdi.

Kahvaltıyı Nerede Yapmalı ?
Gaziantep’in en eski pastanesiymiş, 1967’de kurulmuş. Bakmayın bu kadar ‘tarihi’ olduğuna. Oldukça modern görünümlü bir yer. Ama uçakta gördüğümüz bir çok yüzle burada tekrar karşılaşmamız, epey doğru bir adreste olduğumuzu bize tekrar kanıtladı. İki kişiyseniz, Köy Kahvaltısı alın, ancak tek kişilik alın, derim. Elbette Katmer’i de yanına iliştirin. Hani derler ya, güne nasıl başlarsan öyle gider. İşte böyle bir kahvaltı, tüm günümüzü ihya etti, denebilir ! Yediklerimizin yanısıra, hizmet ile de karnımız doydu adeta. Servis oldukça güleryüzlüydü. Katmer’le ilk buluşmamız olduğundan epey de şaşkındık. Garsonumuz, hemen soğuk süt ikram etti yanına, “böyle deneyin bir de, pişman olmayacaksınız” diyerek. Zamanımız dar olmasına rağmen de ısrarına dayanamayıp, “kahvesini” de içtik. Sunum öyle güzeldi ki, meşhur bakır tepsisinde ve oldukça zarif bir arajmanla sunulan kahvelerimizle sonlandırdık Orkide deneyimimizi.

Nereler Gezilmeli ?
“Görülecekler” listesinde bir çok yeri peşpeşe görmek mümkün Antep’te. Bizim bu sınırlı deneyimimizde, listemizin başında, Zincirli Bedesten, Bakırcılar Çarşısı, Tütüncüler Hanı, Tahmis Kahvesi vardı.

Zincirli Bedesten, miniyatür bir Kapalı Çarşı’ydı. Bakırcılar Çarşısı’nda Bakır üstadlarının, el emeklerini yaparken gözlemlemek, Kalaycıları izlemek en büyük keyifti. Bu arada Kasım Abi’nin dükkanından bahsetmeden geçemeyeceğim. Kasım Kaygın’ın Kutnu Kumaş dükkanı burası, Bakırcılar Çarşısı’nda ancak o artık ilk on dakika sonrasında Kasım Abi’miz olmuştu. 
Kutnu, Gaziantep’e özgü bir dokuma kumaş, ipekli bir dokuma ve oldukça özel bir el emeğinin ürünü. Her bir desen ise başka bir hikaye ve başka bir hikaye anlatıyor. Üstelik İstanbul’da ünlü modacılar, ünlü isimler bu kumaşları çoktan keşfetmiş, kullanıyor. Bakırcılar Çarşısı’nda esnaf dostluklarını gözlemlemek de pek keyifliydi. Kasım Abi de dükkanın kapısını kilitlemeyenlerden, dükkandan çıkarken gündüzleri. Herkes pek bir muhabbetli. Sağolsun, Zahter de ikram etti bize. Zahter, bir başka Gaziantep’e özgülük. Yabani Kekik çayı. Mis gibi ve oldukça sağlıklı. Kahvaltı da yenen Zahter de var ki, o toz olarak konuyor sofraya. Zeytinyağı eşliğinde ekmekle yeniyormuş. Biz deneyimleyemedik ama aklınızda olsun, siz eksik kalmayın ! 
Kasım Abi ikramlarıyla da kalmadı, bize hemen uğrayabileceğimiz, kısa bir gezi planı da yaptı. “Beğenmezseniz, arayıp bana söyleniyorsunuz” dedi gayet samimiyetle J
Oradan Tütüncü Hanı’na uğradık. Zaten Antep hanlarıyla meşhur. Hana girince hemen karşımıza çıkan Mağara Cafe’ye de girdik. Adı üzerinde Mağara’dan dönüşen bir yer burası, oldukça farklı ve etkileyici bir dokuydu. Kokusu bile başka. Turistik bir ziyaretti bizimkisi, fotograf çekip, çıktık. Çünkü hedefimiz, Antep’in meşhur kahvesi Menengiç’i, yine en eski kahvesi olan Tahmis Kahvesi’nde içmekti. Bu arada yol üzerinde “Yemen” Baharatçısına uğrayıp, çay için Zahter aldık. Kahvaltılık Zahter’e cesaret edemedik. Aklımız Nar ekşilerinde de kaldı, uçak yolculuğumuz ve sıvı kısıtlamamızı düşünerek.
Oradan meşhur Gaziantep Menengiç Kahvesi’ni deneyimlemek için şehrin en eski kahvesine, Tahmis Kahvesi’ne uğradık. Menengiç Kahvesi, sütlü ve zaten “kahveniz nasıl olsun?” sorusunun hükmü yok. Orta içiyorsunuz, usulen. Kahve, baharat tadını geçiriyor size. Girergirmez, büyülüyor doku sizi, ardından kahve kokusu ve kahveyi öyle güzel servis ediyorlar ki, yanında kavrulmuş kuruyemişi ile. Tam manasıyla, 40 yıl hatırı kalacak bir deneyim oluyor.
Bakırcılara giderken meşhur İmam Çağdaş’ı da görüyorsunuz, tatlıcı, kebapçı. Ancak farklı farklı kimden görüş aldıysak, tavsiye etmediler burayı. Ünlü ama artık fabrikasyon olduğundan bahsettiler. Hatta taksicilerimizden birinin yorumu “100 usta ile 10 ustanın işi bir olur mu !”ydu. Bu nedenle tek bir alanda ve işinin ustası olanları tavsiye ettiler. Bunlardan en önemlisi Halil Usta. Et yemek istiyorsanız, gitmeniz gereken. Zeugma Müzesi’nin arkasında kalıyor yeri. Zaman darlığından, açlığımızı bastırıp önce Zeugma Müzesi’nin yolunu tuttuk biz. Burası şehir merkezinden biraz uzak kalıyor. İpek Yolu üzerinde. Müzenin önündeki ‘Deve Kervanı’ bundan ileri geliyor. Yüzünüzü Zeugma Müzesi’ne döndüğünüzde ise tam bir huşu anı. Dış görünümü ile bile oldukça etkileyici. Devasa bir yapı. Müzekart nimetinden yararlanıp, girdiğinizde ise ikinci bir huşu anı sizi bekliyor.


Zeugma’ya Dair:
Müze gezmeyi pek severim, üstelik iyi kurgulanmış, akıllı bir müze de olursa, değmeyin keyfime. Gezi yönü okları, açıklama alanları, akıllı ekranlarla, gri-mavi duvarlarıyla, ‘en sevdiğim müzeler’ listemde ilk sıraları zorlayacak bir müze Zeugma. Dünyanın en büyük mozaik müzesi. ‘Tesadüflerle’ ortaya çıkmış bir çok mozaik sergileniyor burada. Eski Zeugma kentindeki villalardan çıkan adeta müthiş mozaikleri görüyorsunuz burada. Havuzlar, giriş kapısı mozaikleri, halı yerine kullanılan bir çok eser. Alan  epey geniş kullanılmış, adeta şehirde gezdiğini hissediyor insan. Ve Çingene Kızı mozaiği. Bu mozaik yapılma tekniği nedeniyle oldukça önemli ve kazılar zamanında‘farkedilip’ çalınmadığından oldukça da büyük şans bizim için. Bu mozaik, üst katta yer alıyor. Simsiyah bir koridordan içeri giriyorsunuz. Oldukça gizemli bir alan. Simsiyah bir odaya giriyorsunuz, muhakkak yanınızada bir güvenlik görevlisi oluyor. Ve işte orada ! Her yer karanlık, Çingene Kızı ise ışıldıyor adeta. Devasa bir mozaik değil ama etkisi böyle oluyor. Gözlerdeki derinlik, saçlardaki kıvrımlar. ‘Üç çeyrek bakış’ denen bir teknikle yapılmış. Bu tekniği anımsamak için Mona Lisa demem yeterli herhalde. Gaziantep’in sembolü bu mozaik. Baktığınız bir çok yerde gözünüze ilişiyor şehirde gezerken.
Zeugma’ya açlığımızı bastırıp girmiştik. Bu bize Halil Usta’ya yetişememeye mal oldu.
 
Nerede Yemeli ?
Halil Usta, esnaf lokantası olduğundan akşamüstüne kalmıyormuş. Müze görevlilerinden öğrendik. Onlar bizi Mehmet Usta’ya, yani Halil Usta’nın kardeşine yönlendirdiler. Kart yazdılar hatta, Zeugma’dan geldiğimize dair. Mehmet Usta’nın dükkanı merkezde. Kartı uzatınca zaten adeta büyülü bir dünyaya girmiş gibi olduk. Mehmet Usta’da buyur etti bizi. Öyle güzel ağırlandık ki. “ekmek yemeyin” diye uyarı aldık, zira hemen herşeyi tadacaktık. Et yememişim bugüne kadar, dedirten lezzetler geldi önümüze. Hepsi küçükbaşmış. Büyükbaş Antep’te kullanılmazmış, neredeyse. Eti öyle iyi biliyorlar ki, öyle de güzel anlatıyorlar ki, ne yediğinizi biliyorsunuz, hissetmenin dışında.
Önden ‘kaşık salata’ geldi, kaşıkla yenmesi gereken salata. Sosu, nar ekşili, acılıydı. İçmek lazım suyunu. Şişle beraber, ‘simit kebabı’ geldi. Bu arada bunların yanında, pilav, patates yok. Gerek yok, ete saygısızlık yapmaya, Hakk’ını vermeli. Simit Kebabı, bulgurla yoğruluyormuş. Baharatlı bir kebap. Devamında Küşleme geldi. Kolay bulunmayan, özel bir et. Küşlemeyi bir de baharatlı getirdiler. Et, pişirmek de bir sanat, bunu daha iyi anladım. Suyunu, lezzetini ayarlamak lazım. Üstadlar anlatarak yedirdiler bize. Kapanışta Tike ikram ettiler. Pirzolanın kemiksiz tarafı. Leziz desem dahi yetmeyecek Hakk’ıyla anlatmaya.
Uyarıya uyup, çok pide yemediğimizden, tam kararındaydı. Üzerine Havuç dilim baklava da ikram ettiler. Ayıntap’tan. Biz baklavamızı Koçak’tan aldık. Bu isimler epey ünlü Gaziantep’te, yine İmam Çağdaş ile karşılaştırıldığında, epey öne çıkıyor bu isimler. Aslında İmam Çağdaş, birçoklarının ustasıymış. Bu bilgiye, ‘boynuz kulağı geçer” sözü de mütemadiyen ekleniyor.


Gaziantep’ten epey güzellikle ayrılıyoruz. Çok kısa zaman da olsa. Tadı damağımızda kalacak şekilde yaşayabildik bir çok şeyi. Tüm anlatım boyunca B'iz derken, yanımda ajansımız Marjinal Porter Novelli'den güzel iş arkadaşlığının yanısıra yol dostluğunu da deneyimleyebildiğim, Nazlı vardı. İyi ki de vardı ! 

Gezimizde eksik kalan, Kır Kahvesi, Gaziantep Evleri, Konakları, bir sonraki gezi için not düşüldü. Samimiyet, hoşsohbet insanlarla yaşanan paylaşımlar ise anılarda en değerli yerlerini edindiler. Nerede Kalınmalı? başlığının da eklendiği bir gezi daha olacak belli ki..

Tanıştık, dostluğumuz daim olsun..

                                               

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder