7 Ağustos 2012 Salı

Sultan'ı Öldürmek


Umutlu bir ölüm mümkün mü?

Sultanı Öldürmek & Patasana_Ahmet Ümit 

Ölüm içinde umut barındırır mı ? Ölüm, bir cinayetse ancak katili bulma umudunu barındırır içinde. Belki bir de sonrasında katlin sahibinin nedenlerine ulaşmayı. Ama insanlığın öldürmesinin durmasına dair bir umudu beslemek hem de ölümlere tanık olmaya devam ederken oldukça zor. Ahmet Ümit'in romanları da bu çelişkiyi hatırlatıyor genelde bizlere. Kitapların son bölümlerinde katile ve hatta belki katlin sebebine ulaşılıyor ancak her yeni kitap yeni bir ölümle başlıyor. Yeni bir cinayetle.

Hayat belki biraz daha yavaş akarken, günler bu kadar uzun, sıcaklar dayanılmazın eşiğindeyken, Ahmet Ümit romanları okumak, günü bir nebze hızlandırıyor, romanla birlikte günün içinde sürükleniyor insan. Belki de bu nedenle bu kitapları, tatil / sahil kitabı sınıflandırmasına sokmak, çok da şaşırtıcı değil. Kitapların ilk bölümde tanık olduğumuz ve çoğunlukla arkası gelen ölümlerin sarmalında yol almak ve merkeze ulaşmak oluyor hedefimiz, daha ilk satırlarla. Bu yaz ardı arkasına elime aldığım iki Ahmet Ümit kitabı, kendi içinlerinde de iki ayrı kitabı barındırıyordu adeta. İkisi de tarihin, daha önce okunmamışını, okuyucuyla buluşturuyordu. Bunlardan ilki; Milattan öncelerin hikayesini günümüzle harmanlayan, ilk bakışta ismiyle ilgimi çeken Patasana romanı, ilk baskısı 2000 yılında yapılan, Ahmet Ümit'in 3. Romanı. 
                                        
 
Patasana, Hititli saray yazmanının ismi. "Zalimler çağında yaşayan bir alçak"ın hikayesi. Fırat 
kenarında Patasana tabletlerini araştıran enternasyonel bir kazı ekibinin peşine düştüğü, yakın tarihle de paralellik gösteren yeni cinayetlerin hikayesi. Günümüzün ölüme dair hikayesi, arkeolog Esra'nın ekibi ve yüzbaşı Eşref'in başkahramanlığında çözümlenmeye çalışılıyor. Bir yandan da yazılmakta olan yakın güneydoğu tarihi yüzbaşı Eşref'in yaşanmışlıklarıyla hikayeleştiriliyor, romanda. Eşref'in görev icabı izsürücülüğünü üstelendiği ölümler, Esra'nın ve ekibinin günışığına çıkardığı tarihi detaylarla birleşiyor. Arkeologlar, seneler öncesinin sırlarını katmanlarca üzeri örtülmüş, yerin altından çıkarmaya uğraşırken, yüzbaşı ve ekibi de üzeri örtülen güncel sırlara geçmişin de ışığıyla ulaşmaya çalışıyor. Kitap, tüm bu tarihi ve güncel 'kazı'lar arasında, ölüme dair evrenselliği ve zamansızlığı vurgulamasıyla, insanın 'alçak'lığını var ettiği parçası olduğu 'zalimler' dünyasını fark ettiriyor okuyucuya. "Barış insanın içinden gelmiyor, insan öldürmek için gösterdiği çabayı, özveriyi öldürmemek için göstermiyor." İnsan, kendi 'barışını sağlamak için dahi dışarıdan bir bilinç akışı'na ihtiyaç duyuyor. Zaman tanımıyor, zalimlik. Eski ve yeninin hükmü kalkıyor, öldürmek işin içine girdiğinde. 
 
Bu 'okuma'yla elime aldığım ikinci Ahmet Ümit romanı ise, yazarın en son romanı, Sultan'ı Öldürmek. Tarih bu kez biraz daha yaklaşıyor günümüze, bu kez çağ değiştiren bir hikaye anlatılageliyor, günümüz cinayetine ışık tutması beklenen bir başka ölüm hikayesi araştırılıyor. İki ölüm, tek başlıkta anlatılıyor, Sultan'ı Öldürmek. 'Sultan' nam-ı diğer, güncel hikayenin baş kahramanı, tarih profesörü, "Serhazinlerin son temsilcisi", Müştak Serhazin'in yıllardır beklediği, beklemekten o 'gittikten sonra' bile hiç vazgeçmediği, vazgeçmeyeceği kadın; Nüzhet. Gerçek 'Sultan'ın, ünlü tarihi kahraman, "Kostantiniyye'yi zapt eden padişah", Fatih Sultan Mehmet Han'ın ölümünün peşine düşmüşken, öldürülen, cinayeti sayfalarca çözülmeyi bekleyen. 

Kitap, Fatih'in yazdığı tarihi, detaylarıyla günümüz ağızlarından anlatarak hikayeleştirirken, epey detaya hakim oluyorsunuz. Yazılmamışı okuyorsunuz, devletin refahı için, devletin var olması için 'ölüm' olağanlaştırılmışken, daha önceleri ortaya atılmamış bazı cinayet savları, Patricide, Filicide, Fratricide. (Baba katilliği, oğul katilliği, kardeş katilliği) üçlemesinde mana buluyor. Roman subjektif bir tarih romanı aslında, öznel, yani kişiye özel. Bu kitapta da bu kez bir başka sosyal bilimci grup hakkında, tarihçiler hakkında bilgi ediniyor insan. Tarih oldukça objektif bir 'bilim' gibi görünse de, tüm yazıtların, belgelerin öznel bir okumayla harmanlanabildiği, bu nedenle bir çok münazaraya ortam hazırladığı anlatılıyor, aslında. Geçmişin bilinmezliği insanın 'okumasıyla', insan üzerinden çözülmeye çalışılıyor. Kimileri, ölüme cinayet diyor, kimileri hastalık. İşte tam da bu noktada, cinayet masası, 'kendi üstünlüğünü' ilan edebiliyor, tüm bu ölümlerin arasında. 'Tarihçilere göre oldukça ileride polisler', kanıtlar çok taze ve ulaşılabilir çünkü. Bu nedenledir ki, içiçe geçmiş hikayelerden taze olan çözüme ulaşabiliyor kitapta, diğeri ise okuyucunun duruşuna kalıyor. 

Her iki roman da, okuyucusunu sürüklüyor, içinde sayfalarca yaşattığı gizemli çözümsüzlükle. Zaman içerisinde ise taşlar yerine oturuyor. İki roman da 'ölüm'e dair bir çok ortak payda ile okuyucuyu buluşturuyor ama en önemlisi, insan elinden çıkma olanının nasıl da acımasız ve gözü bir şey görmez olduğunu ve aslında insanı başka bir şeye dönüştürdüğünü göstermesi. Ve, ilk başta sorduğum soruya da Patasana son tabletinde cevap veriyor adeta, millattan önce ya da bugün, umut edilen değişmiyor, yaşanmış ölümler içinde 'umut' barındırabilir düşüncesiyle yıllar yılı söylenmeye, yazılmaya devam ediyor, 'belki' ile başlayan cümleler. "Belki böylece yazgılarıyla daha kolay başa çıkarlar. Belki böylece tanrılar, krallar, onları istedikleri gibi güdemezler. Belki böylece, iki ırmak arasındaki bu verimli toprakları kardeşlerinin kanlarıyla sulamak yerine sevgiyle biçerler. Belki akıllanır, ömürlerini bir düğüne dönüştürerek mutluluk içinde yaşarlar. Belki gelecek kuşaklara acıyı değil sevinci, gözyaşını değil gülümsemeyi, kini değil sevgiyi, ÖLÜMÜ değil yaşamı kalıt bırakırlar. Belki…"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder