#cerper Balayı Notları: Amalfi Sahilleri
Malumunuz düğün sezonu
açıldı; her hafta sonu en az iki düğünlü günler şu ara yaşadıklarımız.
Mayıs ayı sonunda muradına
ermiş biri olarak, siz kerevetine çıkın diyerek Amalfi sahillerinden, Roma’ya uzanan
balayı keşfimizi paylaşayım istedim. “Balayı’nda keşif mi olur !” derseniz;
oluyor, oldurduk. Aslında bizim için zaten keşifsiz olmazmış, “iyi ki de böyle
bir rota çizdik” dedik durduk.
Bu güzelliklere kavuşmak ise
oldukça kolay. Napoli, Amalfi bölgesine en yakın büyük şehir, Amalfi
sahillerinin de bulunduğu Campania bölgesinin baş şehri. Biz Napoli’den araç
kiralayıp, Amalfi’ye gittik. Bunu yaparken de öncelikle yolun yarısında denizi
görmeden, ince, uzun oldukça keskin virajlı yollardan dağa tırmandık, ardından
denize doğru Amalfi Costeria’ya doğru inişe geçtik. Amalfi sahillerinde, 15-16
yerleşim yeri Salerno’dan Sorrento’ya doğru sıralanmış durumda, bunlardan en
gözdeleri: Ravello, Amalfi, Positano, Sorrento ve elbette karşısında Capri
adası. Gidene kadar kiralık araba ile ulaşım keyifli, güzel bir deneyim,
bununla beraber sahillerde tüm ulaşımı küçük teknelerle sağlamak çok yaygın
olduğundan arabayı bölgede kullanmaya gerek kalmıyor. Biz de ilk durağımız Amalfi
kasabasına gittiğimizde, önceden otelimizden, unutulmaz insan Margot’nun
ayarladığı otoparka arabamızı koyduk ve 3 gün arabamızı unuttuk. Amalfi’den
önce yolumuzun üzeri diye Ravello’da durduk. Oldukça sakin, yeşil ve tüm denizi
ayaklara tepeden seren şahane bir yer burası. Andre Gide’nin deyişi ile
Ravello’yu özetlersek “gökyüzüne denizden daha yakın” bir yer burası.
Oksijeni ve manzarası birleşince, sarhoş olmak için Limoncello içmenize gerek
kalmıyor.



Ravello ilk durağımız olunca, Amalfi’ye özgülüklerin birçoğunu ilk burada gördük, deneyimledik. Amalfi bölgesi, limonlarıyla meşhur, hal böyle olunca, hemen her şeyde limon kokusu, figürü, lezzeti almak kaçınılmaz. Amalfi’de Limon deyince aklınıza bildiğiniz limon gelmesin. Limonlar oldukça kalın kabuklu ve büyük, orta boy bir kavun büyüklüğündeler. Müthiş esansının sırrının kalın kabuklarından olunduğunu düşünüyoruz. İlk limoncello’muzu da Ravello’da tattık. Oldukça keskin bir o kadar da tatlı bir likör. Alkol oranı gerçeğinde burada ikram ettiler. Gerçek bir limoncello’nun alkol oranı %33. Şeker, alkol, limon suyu ve elbette limon kabuğunun gizli tarifiyle yapılıyor. İnceleyip, boyayla sarılaştırılmamış olanını bulmak gerekiyor. Limoncello’ya alternatif, sütlü olan limoncello’lar da var içimi çok daha yumuşak. Bir nevi limonlu Bailey’s. Limonla sınırlanmamış, bölgenin doğasına uygun rengârenk çeşitleri mevcut sütlü olanların. Yine bölgeye özgü bir diğer güzellik ise, seramikler. Bölgeye ait renkleri ve elbette limonu barındıran, şahane tabaklar, seramik masalar, hediyelik, dekoratif öğeler hemen her durakta kendini sattırıyor. Özellikle masalar, sandalyeler, hemen her Güney İtalya tablosundan aşina olduğumuz demir şahane dökümle kombine edilmiş. “Şu masadan alsam götürsem” derken, üç günlük malikânemiz Amalfi’deki Oda&Kahvaltı otelimiz Residenza Pansa’da Amalfi isimli odamızın balkonunda harika seramik masamız, dualarımın kabulüydü adeta. Bunlara ek olarak, bu bölgede hemen her yer sanat galerisi. Tümünde de müthiş renklerle tuale dökülmüş Amalfi Sahillerinden manzaralar var. Turistik yaygınlıklardan biri de, malum bölge denizcilikle öne çıkmış olunca tüm tarih boyunca, mercan ve sedef ağırlıklı takılar. Bodrum’da vitrinlerde göreceklerinizden pek farklı değiller elbette.
Türkiye ile paralellik
kurmaya başlamışken, aktarmadan edemeyeceğim, eğer Kaş sizin için vazgeçilmezse
Amalfi sahillerinden müthiş zevk alacaksınız. Evlilik teklifini Kaş’ta almış
bir gelin olarak, balayı için Amalfi’de karar kılmak iç zor olmadı. Denizi, dokusu
epey paralel. Ne yazık ki, eklemem gerekiyor Amalfi Sahilleri çok daha iyi
korunmuş. Sahillerin adrenalini yükselten en önemli noktası ise yolları. Bu
nedenle araba kiralanacaksa, küçük olması çok ideal. Bununla beraber biz
deneyimlemesek de, bölgede ulaşımı karadan SITA otobüsleri değme oyun parkı
hızlı trenlerine taş çıkaracak şekilde. Biz içinde olmadık ama yanından
geçerken bile yeterince adrenalin salgıladık, daracık yollarda.
Amalfi kasabası bizim otağımızı kurduğumuz yerdi,
tabiri caizse. St. Andrea Katedrali, kasabanın meydanını oluşturuyor. Otelimiz
ise 6 odalı bir Oda&Kahvaltı oteli. Residenza Pansa. Hollanda asıllı Margot, her turiste
lazım müthiş güleryüzlü ve yardımcı otel hanımefendimizdi. Onun sayesinde günlerimize
harika ve dakik bir kahvaltıyla başlayıp harika yemekler yedik, kolaylıkla da
gitmek istediğimiz yerlere gittik. Daha tatil başlamadan zaten kendisiyle
e-posta yoluyla tanışıp, yönlendirmeler almaya başlamıştık. Otelimizin kahvaltı
salonu niteliğinde bir alanı olmadığından herkes, akşamdan sabah yemek
istediklerini verdikleri kağıtta işaretliyor, saat kaçta kapıda olsun istiyorsa
yazıyor. Ve balkonda harika bir kahvaltı keyfiyle güne başlıyor. Akşam
yemeklerimizi ise genelde “Taverna”da yedik. İlki Taverna degli Apostoli; Katedralin hemen alt yanındaydı, meydan
manzarasında yedik yemeğimizi. Meşhur Bruschetta ile başladık ve makarna, balıkla
devam ettik. Bölgede yediğimiz en lezzetli ve yemek gibi yemeklerdendi. Ertesi
akşamsa, “balığa doyduk” dediğimiz La
Taverna Del Duca’daydık. Katedralin önünden içeri doğru ilerleyen yolda
sağda, çok eğlenceli ve hikayeli bir çeşmenin önüne kurulmuş bir restorantı
burası. Bu hikayeli çeşme İtalya’da özellikle Napoli bölgesindeki “presepi” sanatının
küçük bir örneğiydi. Özellikle İsa’nın doğumunu konu alan minyatür figürlerle
süslenmiş hikâyeleri içinde barındırıyor. Restoranımızın ilerisinde çok daha
büyük bir “presepi” gördük, hava kararınca aydınlatmayla daha bir
gösterişliydi.
Amalfi’de gece hayatı yok,
hatta geceye kalmadan hemen her yer sessizleşiyor. Turistlerin çoğu da zaten genelde
gündüz büyük gemilerle uğruyorlar buraya.

Amalfi’den Salerno
limanına da tekneler kalkıyor, biz de değişiklik olsun, orayı da
görelim diyerek Salerno’ya geçtik. Salerno, Amalfi’den Positano’nun ters
istikametinde, bir liman şehri. Oldukça da büyükşehir imajıyla karşıladı bizi
daha ilk görüşte. Sahil kasabası dokusundan uzaklaşmak hoşumuza gitmedi.
Olabildiğinde çabuk Amalfi’ye döndük. Bununla beraber, Salerno’nun lojistik
avantajını kullanarak, Napoli’den Salerno’ya trenle geçilip, Amalfi Sahilleri
keşfine başlanabilir diye de düşündük, araba kiralamasak en mantıklısı bu
olabilirdi. Yine de Salerno’nun zihnimizde, daha doğrusu damağımızda yer
etmesini sağladık, en iyi pizzacılarından biri olan Trianon’da pizzamızı yedik ve hatta bitiremedik, paket ettirdik,
geldik. Pizza kutusu ile İtalya’da dolaşmak öyle doğal ki, adeta çantanız gibi
bir aksesuarınız oluyor bu kutular. “Trianon’da Tiramusu da yenmeli” notuyla,
Salerno’dan ayrıldık. Amalfi’deyseniz yan komşu Atrani’ye
uğramadan geçmek olmuyor. Sezon esaslı açılmadığından ve hemen gitmemizden
evvel bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığından; denize girmek yerine, kahve
molamızı Atrani’de aldık. Amalfi’ye girmeden önceki kıvrımı Atrani kasabası. Amalfi’ye
kıyasla da oldukça küçük, sakin bir kasaba.


Bizim otelimiz olan Marina Piccola 73’ün hemen üstünde şahane
manzarası ve müthiş güleryüzlü ekibiyle bizi büyüledi. Bahçesinden geçerek
gittiğimizde adeta ikinci bir düğün dış çekimi için bu kez kocacığımın
kadrajındaydım. Öncesinde de tesadüfen keşfettiğimiz, I Giardini di Cataldo Sorrento’nun unutulmazlarındandı.

Sorrento’dan günübirlik
gittiğimiz, Capri Adası’nı da çok
sevdik. Açıkcası, kelimenin gerçek anlamıyla başımızı döndürdü. Capri’ye varır
varmaz, hemen adanın tamamını dışarıdan dolaşmak için bir tura yazıldık,
yaklaşık iki buçuk saat süreceği yazan turumuz neredeyse dört saat kadar sürdü.
25 kişilik küçük teknelerle, adanın etrafını gezmek, pek keyifliydi, bununla
beraber Grotto Azurra’ya girmek için diğer tüm teknelerle beraber sıraya girmek
gerektiğinden burada bir saatten fazla sıra beklemek zorunda kaldık. İçeride
geçireceğimiz beş dakikalık deneyim için bu kadar zaman dalgalı denizde
beklemek, aklımızı başımızdan aldı. Gece yemek yerken bile hala başımız
dönüyordu. Adanın etrafını dolaşmaya başlarken, bir kayanın üzerinde “Capri
Boy” bizi karşıladı. Ardından, doğal güzellikleri, doğanın üzerindeki insan
eliyle yapılan güzellikleri gördük. Ünlü villalar, adanın meşhur “üç taşı” ; Il
Faraglioni.

Karaya çıktığımızda,
fünikülerle adanın üst tarafına çıkılıyor. Bu kez Capri’ye tepeden bakıyoruz. Meşhur
saat kulesi, belediye meydanında hemen fünikülerden çıkınca bizi karşılıyor. Capri,
müthiş manzaralı otelleri, villaları ve alışveriş olanakları ile meşhur bir ada
kasabası. Anacapri’ye biz gitmedik, ama gitmek için otobüsler mevcut. Ziyaret
edenlerin şıklığı, parfüm kokuları zaten adayı anlatıyor. Denizden gidilen
yerlere uzun yürüşler sonrası karadan da ulaşmak mümkün, biz en yakınlarda olan
Il Faraglioni’yi karadan görmekle yetindik. Hotel Punta Tragara, bu manzarayı
geceli gündüzlü yaşamak isteyen, lüks severler için en doğru adres. İkinci
Dünya Savaşı sırasında da Amerikan ordusunun, İtalya’daki üstlerinden biri
olarak kullanılmış bu yapıda konaklamanın gecesi, dört bin avro civarı. Capri, şüphesiz
sınır tanımayan bir lüksün adası. Hayat burada epey “lüküs” ! :)
Ada gezilerimize, Napoli’de
de hız kesmeden devam ettik. Napoli’ye varışımız ve o kaotik ortamda, arabayı
nasıl teslim ettiğimizin detaylarına girip, büyüyü bozmak yerine, anısı bizde
kalsın diyerek adalarla ve faydalı olabileceğini düşündüğüm notlarla devam
etmek istiyorum.


Malum istikamet İstanbul
olduğundan, bir anda şok olmayalım diye, büyükşehirde vakit geçirip, yumuşak
bir geçiş yapalım diye, Napoli ve son olarak Roma’da vakit geçirdik,
balayımızın son demlerinde. Napoli ile ilgili tek bir notum var, herşeye rağmen
İstanbul aşkımı kabartan şehirdir kendisi. “İnsanı, yapısı İstanbul’a çok
benzer” diyenler utanmalıdır, diye düşünüyorum. İstanbul bile daha güvenli ve
özenli, Napoli yanında. Trafiği, trafikten anladığı bile İstanbul’dan bir adım
geride. Arabalar yan aynalarını kapatarak kullanılıyor, herkes çok saldırgan. İnanılmaz
göç alan bir şehir, tesadüf otelimiz, Palazzo Ruffo di Bagnara'nın olduğu Dante Meydanında Hintlilerin bir
kutlamasına denk geldik, pek de azınlık gibi görünmüyorlardı. Şehrin en güzel
yanları ise, Galeria Umberto ve şahane
makarna ve pizzasıyla A Taverna do Ré oldu
bizim için.


B’iz B’ize göre bir rota
izledik, balayımızda. Gezmeyi, keşfetmeyi seven çiçeği burnunda Uysal ailesi
olarak, huzuru, aşkı, mutluluğu böyle bir keşifle harmanladık. Yorulduk, macera
da yaşadık ama pişman değiliz, yine olsa yine yaparız! “Yol arkadaşınız”ın
elinden tutun kendi keşfinize çıkın diyedir limon kokulu bu paylaşım da.
Aşk dolu keşifler !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder