28 Ekim 2013 Pazartesi

"Benim Dünyam"




Benim Dünyam _Uğur Yücel


Geçtiğimiz hafta vizyona giren “Benim Dünyam” filminin ‘benim dünya’mdaki yerine dair yazmak istedim. Filmin başında da belirtildiği gibi, film Hintli yönetmen Sanjay Leela Bhansali’nin 2005 yapımı Black (Siyah) filminin uyarlaması.  Black filmini izlemedim. Bu nedenle karşılaştırma üzerine değil, zihnim ve kalbimle ne ‘gördüğüm’ üzerine bir paylaşımım olabilecek filme dair.

Belki de filmin ilk dakikalarından itibaren yapılan ‘umut’ vurgusu nedeniyle, film alıntısındaki siyahlıktan oldukça uzak. Işık dolu bri film. İki yaşında sağır, dilsiz ve kör kalan Ela’nın, 8 yaşında tanıştığı “son umut ışığı” hocası Mahir ile hikayesi üzerine kurulmuş bir hikaye, Uğur Yücel’in yönetiminde seyre sunulan. Performanslar üzerine kurulmuş bir hikaye bu. Malum hikaye bir yönüyle çok tanıdık değil, seyirci için alışılmışın dışında “kör ve sağır kız”. Diğer taraftansa “alzheimer adam” pek çokları için aşina olunan. Bu nedenle de bir o kadar hassas dengeler üzerine kurulu olan hikayeyi kurgulamak  adeta ince bir çizgide yürümek gibi.  En ufak bir hamle, abartı durabilir, yapay kalabilir. Kurgu biraz farklılaşsa, hikayenin içi boşalıp, ‘duygu sömürüsü’ne varabilir. Tam da burada böylesi bir kadro ile ip üzeri yürüyüşün ne kadar profesyonelce yapıldığına tanık oluyorum. Uğur Yücel’in perfomansını “24 saat konuşan” parmaklarından, gözlerinden izliyor seyirci.  Ela’nın küçüklüğünü canlandıran Melis Mutluç ise filmin en parlak ‘umut ışığı’ oluyor adeta. Beren Saat de duru oyunculuğunu sunuyor. Film boyunca duyuramadığı sesi, seyirciye Ela’nın zihninden parmaklarına dökülen kelimeleriyle ulaşıyor. Anne rolünde Ayça Bingöl ve sağlıklı, ‘tam’ Kız kardeş Hazar Ergüçlü ise filmin denge unsurunu pekiştiren çok başarılı yardımcı kadın oyuncu performanslarını sunuyorlar.


Ela şekil verilen oluyor, Mahir Hoca’nın parmaklarıyla. Mahir Hoca kendi yalnızlığındaki ‘kalabalık’tan sıyrılıyor ve Ela’nın Dünyasına giriyor, ki aslında kendini seyrediyor o dünyada. Ela’nın dünyası oluyor. Kapkara gözlükleri hep gözünde. O “körlerin gözü, sağırların şiiri” parmaklarıyla konuşuyor Ela ile. Cereyan yeniden gelecek biliyor. Geldiğinde hemen yansın diye ışıklar, Ela’nın içindeki elektrik düğmesini bulup, açık bırakıyor.

Film bir dram. Gözyaşı kaçınılmaz. Ancak izlerken farkediyorum, ‘acıma’ duygusundan değil akan yaşlar. Duyguları sömürmeden, adeta yaşatarak yapılan aktarımlar ‘su’yunu besliyor gözlerin. İnsani farkındalıklar yaşanıyor seyir halinde.

Dünya’m’ızı ‘kısıtlı algılama araçlarımız’ yani 5 duyumuzla algılıyoruz pek çoğumuz. Çoğu zaman görülen, duyulan aynı olsa da algılanan B’ize göre oluyor. Böylelikle de kendi dünyamızı oluşturuyor, içinde yaşayıp gidiyoruz. Öteki’nin dünyasını algılamaya yetmiyor 5 duyu. 5 duyu bile kısıtlı gelirken, bunlardan biri ya da bir kaçından yoksun kurulan Dünya’yı izlemek, elbette ki öncelikle ‘var olan’a şükrü yaşatıyor. Ardından ‘imkansız’ın kabulünün imkansızlığını farkettiriyor. İnsan, böylesi muhteşem bir yapı olarak gelmişse dünyaya, zaten kısıtlı algı sunabilen 5 duyudan bir kaçı eksik olsa, ‘insan’lığı azalmıyor. Bu da demek oluyor ki algının ötesinde anlamlandırma, düşünme 5 duyunun çok daha ötesinde. İnsanın, ‘düşünen sorgulayan beynin’ , öğrenmek isteyenin, potansiyelinin sınırları yok. Dünyamız ise bu sınırsızlığın keşfine ne oranda vardıysak o kadar büyüyor. Kendi sınırımızı kaldırdığımızda da zaten Dünyamız B’ir oluyor, öteki de kalmıyor.

Ela ve Mahir Hoca’nın B’ir Dünya oluşunun hikayesidir, Benim Dünyam. Şükrün de ötesinde, algılama sınırlarımızı kaldırmak için, Farkedebilmek için seyre sunulmuş bu Dünya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder