Benim Dünyam _Uğur Yücel
Geçtiğimiz hafta
vizyona giren “Benim Dünyam” filminin ‘benim dünya’mdaki yerine dair yazmak
istedim. Filmin başında da belirtildiği gibi, film Hintli yönetmen Sanjay Leela
Bhansali’nin 2005 yapımı Black (Siyah) filminin uyarlaması. Black filmini izlemedim. Bu nedenle
karşılaştırma üzerine değil, zihnim ve kalbimle ne ‘gördüğüm’ üzerine bir
paylaşımım olabilecek filme dair.
Belki de filmin
ilk dakikalarından itibaren yapılan ‘umut’ vurgusu nedeniyle, film
alıntısındaki siyahlıktan oldukça uzak. Işık dolu bri film. İki yaşında sağır,
dilsiz ve kör kalan Ela’nın, 8 yaşında tanıştığı “son umut ışığı” hocası Mahir ile
hikayesi üzerine kurulmuş bir hikaye, Uğur Yücel’in yönetiminde seyre sunulan. Performanslar
üzerine kurulmuş bir hikaye bu. Malum hikaye bir yönüyle çok tanıdık değil,
seyirci için alışılmışın dışında “kör ve sağır kız”. Diğer taraftansa “alzheimer
adam” pek çokları için aşina olunan. Bu nedenle de bir o kadar hassas dengeler
üzerine kurulu olan hikayeyi kurgulamak adeta ince bir çizgide yürümek gibi. En ufak bir hamle, abartı durabilir, yapay
kalabilir. Kurgu biraz farklılaşsa, hikayenin içi boşalıp, ‘duygu sömürüsü’ne
varabilir. Tam da burada böylesi bir kadro ile ip üzeri yürüyüşün ne kadar
profesyonelce yapıldığına tanık oluyorum. Uğur Yücel’in perfomansını “24 saat
konuşan” parmaklarından, gözlerinden izliyor seyirci. Ela’nın küçüklüğünü canlandıran Melis Mutluç
ise filmin en parlak ‘umut ışığı’ oluyor adeta. Beren Saat de duru oyunculuğunu
sunuyor. Film boyunca duyuramadığı sesi, seyirciye Ela’nın zihninden parmaklarına
dökülen kelimeleriyle ulaşıyor. Anne rolünde Ayça Bingöl ve sağlıklı, ‘tam’ Kız
kardeş Hazar Ergüçlü ise filmin denge unsurunu pekiştiren çok başarılı yardımcı
kadın oyuncu performanslarını sunuyorlar.
Ela şekil verilen
oluyor, Mahir Hoca’nın parmaklarıyla. Mahir Hoca kendi yalnızlığındaki ‘kalabalık’tan
sıyrılıyor ve Ela’nın Dünyasına giriyor, ki aslında kendini seyrediyor o
dünyada. Ela’nın dünyası oluyor. Kapkara gözlükleri hep gözünde. O “körlerin
gözü, sağırların şiiri” parmaklarıyla konuşuyor Ela ile. Cereyan yeniden
gelecek biliyor. Geldiğinde hemen yansın diye ışıklar, Ela’nın içindeki
elektrik düğmesini bulup, açık bırakıyor.
Film bir dram.
Gözyaşı kaçınılmaz. Ancak izlerken farkediyorum, ‘acıma’ duygusundan değil akan
yaşlar. Duyguları sömürmeden, adeta yaşatarak yapılan aktarımlar ‘su’yunu
besliyor gözlerin. İnsani farkındalıklar yaşanıyor seyir halinde.
Dünya’m’ızı ‘kısıtlı
algılama araçlarımız’ yani 5 duyumuzla algılıyoruz pek çoğumuz. Çoğu zaman
görülen, duyulan aynı olsa da algılanan B’ize göre oluyor. Böylelikle de kendi
dünyamızı oluşturuyor, içinde yaşayıp gidiyoruz. Öteki’nin dünyasını algılamaya
yetmiyor 5 duyu. 5 duyu bile kısıtlı gelirken, bunlardan biri ya da bir
kaçından yoksun kurulan Dünya’yı izlemek, elbette ki öncelikle ‘var olan’a
şükrü yaşatıyor. Ardından ‘imkansız’ın kabulünün imkansızlığını farkettiriyor. İnsan,
böylesi muhteşem bir yapı olarak gelmişse dünyaya, zaten kısıtlı algı sunabilen
5 duyudan bir kaçı eksik olsa, ‘insan’lığı azalmıyor. Bu da demek oluyor ki
algının ötesinde anlamlandırma, düşünme 5 duyunun çok daha ötesinde. İnsanın, ‘düşünen
sorgulayan beynin’ , öğrenmek isteyenin, potansiyelinin sınırları yok. Dünyamız
ise bu sınırsızlığın keşfine ne oranda vardıysak o kadar büyüyor. Kendi
sınırımızı kaldırdığımızda da zaten Dünyamız B’ir oluyor, öteki de kalmıyor.
Ela ve Mahir Hoca’nın
B’ir Dünya oluşunun hikayesidir, Benim Dünyam. Şükrün de ötesinde, algılama
sınırlarımızı kaldırmak için, Farkedebilmek için seyre sunulmuş bu Dünya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder