EN'erjinin Zirvesi
İkinci Gün
İK
Zirvesi’nin bu yıl 14 Şubat’a denk gelişi adeta doğal bir konsept yarattı. Salon
kendiliğinden bezendi, süslendi. Tarihi Sevgililer Günü olmaktan öteye taşıyan
‘One Billion Women Rising’ etkinliğinde, zumba eşliğinde ‘zincirleri kırmak’
için bir aradaydık. Kadın olarak değil, ‘insan’olarak oradaydık. Sadece kadına
şiddet için değil, şiddetin her türlüsüne karşı durmak için !
14
Şubat’a karşı ön yargılarımı kırıyordum ben de bir yandan. Paketlenmediğinde,
‘tüketilmediğinde’ aslında besleyici bir gün, bir anımsama 14 Şubat. Hatta
biraz da teorisine bakarsak, Binnur Zaimler’in aktarımıyla, ‘teslimetin ayı Şubat’ta Sevgililer Günü
olması tesadüf değil. Yeni bir döngüye, baharı karşılamazdan önce yaşanan bir
kabullenme, teslimiyet var burada.’ Aşk’a bağlamak da zor değil bu teslimiyeti.
“Aşk’ın gözü kör” deyişini biraz uyarlıyor zihnim. Aslında Aşk görmemeyi seçmek
olmalı, ‘kusur’un temelindeki öte’ki algısını kör’leştirmek; teslimiyet
halinde, sunulanı, Fıtrat’ı, sistemin işleyişini, karşınızdaki yansımasının
kabulü olmalı bu.
Kemal
İslamoğlu’nun oturumuna katıldığımda bu teslimiyet halinin korkular üzerindeki
etkisine tanık oluyorum. An’a teslim olduğumuzda, stres kaynaklarımız geçmiş ve
gelecekte yaşayışlarımızdan kurtulduğumuzda, çıplak elimizle tahta kırmak,
boynumuzla ok kırmak, cam üzerinde yürümek ve hatta ateş üzerinde gezinmek dahi
mümkün. Korkmak doğal bir duygu ama cesaret korkunun üzerinde kurduğumuz gücün
ortaya çıkışı, “korksak da yapabilme” halimiz. Hayatımıza dair korkularımızda
aslında ‘B’izde olmamasına rağmen, vehmedip, kafamızdan uydurduklarımızdan
ibaret.’
Umut
Ahmet Tarakçı’nın Enerji formülü ise Mutluluktan geçiyordu. Çocukluğumuzdan
bahsetmesine şaşırmıyorum dinlerken. “Çocuklar, bir diğer deyişle hızlı atan
kalpler mutludur”diye ekliyor !
Günün
anlamına dairliklerden biri de Mehmet Özel’in sunuşuyla geliyor, Enerji
formülünü AŞK olarak veriyor. “Aşk olmadan, Meşk olmuyor”, B’izdeki cevheri
mü-cevhere dönüştürmek ancak adımları aşkla atmaktan geçiyor. Şems ten
perdesindeki, ‘güneş’imizden yansıyan da bu yönde dilleniyor; “Mana bulmadan
anlam olmaz ve kişi ancak davası kadar mana taşır !”
Bolca
reklam izleme fırsatı buldum, İK Zirvesi sunumlarında. Bu kez ‘satmak’ için
değildi seyirdekiler. Mana bulmak içindi. Bedavaydı izleyip, alınması gerekeni
almak.
Zirve’deki
yolculuğum zirvesi yanıma aldıklarım ve aktardıklarımın ötesinde Elif Şafak
oturumundaki hislerimdi sanırım. İlk kez enerjisini bu kadar fiziksel olarak da
‘yakından’ hissettiğim Şafak, kalemindeki büyüsünü sözcüklerine taşıyordu. Su
misali tüm dinginliği akışıyla anlattı, Yaratıcı Enerji’yi.
Herkeste
var olan ve açığa çıkışı gerekli olan bu enerji kendini nasıl besliyorun
cevabını madde madde verdi Şafak. Notlarınızı alın, dersinize iyi çalışın demek
gibiydi, benim için.
Yaratıcı
Enerji, “teşvik”le beslenir, ki bunu da ötede aramak, gaflete düşürecektir
bizi. B’izde iyi ve kötü olarak kodlanmışlar var ne zamanki ‘birbirine
yamanabilir’ bunlar o zaman teşvik kendini yaratacaktır.
Yaratıcı
Enerji, “okumak”la beslenir, bu öte’dekini yakına getirir, “empati” kurdurur
insana, B’izden gelen yansımayı fark ettirir. Kendimize dönmekte, kendimizde
bulmak meşakkatli geldiğindeki en kolay çıkış olmalı, satır aralarındaki
hayatlara tanık olmak ve aslında B’izi seyreylemek.
Yaratıcı
Enerji, “yereli, küreselle harmanlamak”la beslenir. Semazenlerin, pergel
duruşuna göndermeyle, ‘bir ayağımız kökleşmiş, sabitken yer’elimize, diğeri
onun etrafında dolanmalı, küreseli görmeli’ ve bu dengelenmeli. Kendi
‘mahalle’mizin ruhumuz üzerindeki baskısından çıkıp özgürleşmeliyiz böylelikle.
Yaratıcı
Enerji, “arıza”larımızdan beslenir. Bir noktada hayatımızda eksik gördüğümüz, ukte
bildiğimiz, çatlaklardan çıkar bu enerji. Yoksaymak yerine kabullenip,
beslenmeli.
Bu
dengeleme, içimizdeki ‘demokrasi’nin sesi aslında. Çok sesliliğimizin dillenişi
ve bizimle beraber, dışımızda da herkesin ‘kahraman’ oluşunun farkındalığıyla
ilerlediğimizde yaratıcı enerji kendini gösteriyor olmalı. Elif Şafak,
yazmasının belki de ‘sır’ını verirken, “dinliyorum” dedi, statü, yaş, cinsiyet
ayırdına varmaksızın. Dinledikten sonra da “yalnız kalıyorum” dedi. Çünkü
okumak gibi yazmak da ‘Tek’liği en etkin şekilde hissettiğimiz eylemler.
Yazarken ‘ben’ gidiyor, sistemin dillenişi B’enden çıkıyor. Sonrasında yazanla,
kapağa yazılan isim aslında B’ir oluyor.
İlhamımı
bu Zirve’deki dinleyişlerimden alıyorum B’en de. Zirve’de önümdeki diğer
zirveleri daha iyi görebiliyorum, yolculuğa devam edilmesinin gerekliliğini. Her
an dönüşüyoruz ! Enerjimizle B’iz ! Güç
ise ‘güçlü görünme’ kaygısından sıyrıldığımızda, enerjimizin üzerinde
yaratıcılığımızı kullandığımızda açığa çıkıyor.
Aşk
da varsa eğer, AŞK’la bakarken; enerji
zincirleri kırıyor, tüm perdeler kalkıyor..
Hayalperver
Pencerenden seyir başlıyor !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder