26 Eylül 2012 Çarşamba

'Arada Bir Yerde' Kalmışların Hikayesi : ARAF


 ARAF_YeÅŸim UstaoÄŸlu
 


Araf, Yeşim Ustaoğlu'nun yazıp yönettiği son filmi. 'Dumanlı kentin, puslu çocukları' Zehra ve Olgun'un hikayesi. Hayata buğulu camların ardından bakan, yağmur damlalarını takip ederken, gözyaşlarıyla birleştiren, 'yol'un kenarında kalmışların hikayesi. Türkiye'de kendine sonlarda da olsa yer etmiş, il olmuş, ancak yıldızı artık çoktan sönmüş, kendi 'demir'inde 'eriyip giden', hatta belki de 'dövülen' şehir 78 Karabük'ün kendilerine yol çizmek isteyen insanlarının yansıması.

Filmin kadrosu oldukça zengin ve bundan sonraki yapımlarda karşımıza çokça çıkacağını düşündüğüm, Zehra rolünde, "Umut Veren Genç Kadın Oyuncu" Neslihan Atagül, Olgun rolünde bir başka genç yetenek Barış Hacıhan ve filmin 'kendi yolunda gidenleri'nden, Derya rolünde Nihal Yalçın, Meryem rolünde Yasemin Conka ve Mahir rolünde Özcan Deniz.

Zehra ve Olgun, yol kenarında bir mola yerinde vardiyalı çalışmaktadır. Servis saatleri belirli olduğu gibi, günün hangi saati, yolun neresinde duracakları da değişmezlerdendir. Hayatlarının fonunda ise, eve geldiklerinde gözlerini alamadıkları, 'öteki dünya'yı tasvir eden televizyon şovları vardır. Olgun için, hayat bir kutunun ardında saklıdır. Kutuya çıkıp, kutu açmalı ve mavileri bulup, en kırmızısından kendine capcanlı bir hayat kurmalıdır. Tüm bu hayaller, Olgun'u şehrinden çıkarmayacaktır. Yine annesinin oğlu olacaktır, 'onunki' gelin olduğunda, üçü birlikte yaşayacaktır. İsmiyle müsemma değildir, Olgun. 'Olgun'laşması için yalnızlığında keşfedecektir belki de kendini. Zehra'nın ise kazanmaktan anladığı, doğru kutuyu açtıktan sonra 'dünya'yı görmektir. Köyünden çıkacak, hayatı yol kenarından izlemeyecek, yola koyulacaktır. Derya, filmde kendi yolunu çizenlerden. O da 'mola yerinde' çalışmaktadır. Kendi hayatına da, bir kenarda mola vermiştir. Halbuki, geçmişinin kokusu hala burnunda, yaşanmışlıkları yanındadır. Mola sonrası devam ediyor görünse de yolculuğuna kendisiyle çıkmaktadır her daim. Meryem ise oğluna rağmen, onun hayallerine rağmen, canına tak dediğinde yola düşebilendir. Belki hayal ettiğinden çok uzağa gitmektedir, ama gidebilmeyi becerendir, tüm kurulmuş hatta titizlikle kurduğu 'düzeni'ne rağmen. Mahir ise, uzaktır. Yolcudur ama bedevi misali. Geçimini ancak sadece kendi geçimini sağlayan, kendi yolunda değil, ona çizilen yolda direksiyon sallayandır. Zehra'da kendini hatırlamaya çalışsa da, onu yolun sonundaki o ışık olarak görebilecekken, Zehra tam da bunu 'beklerken', Mahir, onun "gittiği yolun sonu" olmuştur.

Zehra, gitme fikrinin büyüsüne kapılmıştır belki de, kendi yolculuğuna Mahir'in kolları arasında çıkmayı seçmiştir. Camın arkasına geçmek istemiş, yağmura karışmak istemiştir belki de. Döktüğü gözyaşlarının yükünden kurtulup, denize kavuşmaktır belki de hayali, ne kadar hırçın, dalgalı olursa olsun Karadeniz misali, boğaza ulaşıp, dünyaya ulaşmak istemiştir. Ancak Mahir'le çıktığı yolculuk, 'yük'ünü artırmış, kadınlığının keşfine varamadan, kirlenmiş 'kız'lığının derinliğinde, kendi içinde 'büyüttüğü' çaresizliğinin içine kapanmıştır. Kırmızı tırıyla prensini olmasa da yol arkadaşını bekleyedursa da, kutunun ardından kan kırmızı çıkacaktır, ellerine bulaşacak, içinden can çıkacaktır, canı çıkacaktır.

Sağır eden suskunluklara tanık oluyor insan, "arada bir yerde" kalmışların hikayesine tanık olurken. Yeşim Ustaoğlu, yeni bir Karadeniz hikayesinde, müthiş bir dalga yaratıyor, 'kıyıda, kenarda' kalmış 'küçük'insanların hayatları üzerinden. Aynı zamanda, müthiş de bir göz doygunluğu sunuyor izleyicisine. Sessiz sakin izler gibi görünse de izleyici, tanık olunan fırtınalar koparıyor içinde. Dört duvar arasında kendi yollarını beraber çizmeye karar veren iki 'gence' sorulduğunda, "hiçkimsenin baskısı altında kalmadan, özgür iradenizle" diye başlayan o cümle, insan düşünmeden edemiyor, nerede o "hiçkimse", kimde o irade !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder