Bu kez
Shakespeare’in kaleminden ‘400 yüzyıl önce’ hayat bulan Kral Lear metni, Türk
Tiyatrosu’nun kraliçesinin sahnesinde hem de oldukça kadın’ca bir şekilde yad
ediliyor. Elbette pek çok kez, Shakespeare’in ‘kulakları çınlatılıyor’, sanatı
bu kadar can’lı tutulan birinin ancak kulakları çınlayabilir, diye düşünüyor
insan. Yüzyıllar evvel söyledikleri, Yıldız Kenter tarafından 2009 yılından
beri “Kraliçe Lear”da dillendiriliyor. Oyun, bu yıl 18.si düzenlenen İstanbul
Tiyatro Festivali kapsamında da Kenter Tiyatrosu’nda yeniden seyirci ile
buluşuyor.
Kanadalı yazar
Eugene Stickland tarafından kalem alınan oyun, Yıldız Kenter’in yönetiminde 3
kişilik bir kadro ile sahnede. Kraliçe Lear rolüne çalışan deneyimli ve ‘yaşlı’
Jane, Yıldız Kenter ile onun ezberine yardımcı olan ‘genç’ Heather ise Sedef
Şahin ile hayat bulurken, melodileri ile seyirciyi alıp götüren, Jane’in iç
sesi Feride Berin Varol ise sahnedeki bütünlüğün bir parçası. Oyun,
Stickland’ın da hemfikir olduğu gibi; adeta “Yıldız Kenter için yazılmış..”
‘İhtiyar’ ama bir o kadar da deneyimli bir tiyatro oyuncusunun adeta hayatının
özetini, yaşanmışlıklarından öğrendiklerini, genç ve bir o kadar da toy
‘yardımcısı’na aktarmasını oldukça eğlenceli bir metin içinde izliyorsunuz. Küçük
çekişmeler, jenerasyon farklılıkları ile beslenen bu ikili ilişki, o kadar
tanıdık ki. Jane ve Heather isimleri adete siliniyor izleyicinin zihninde. 62.
Sanat Yılı’nı kutlayan Yıldız ‘Hoca’nın izleri o kadar baskın ki oyunda, kendi
hayatını; endişelerini, deneyimlerini aktarıyormuş gibi dikkat kesilip
dinliyorsunuz her kelimeyi. Jane rolüyle yetmişlerinde kaybettiği kocasını
anlatırken ve hüzün kaplarken ifadesini, izleyenin aklına aynı yaşlarda
yaşamını yitiren Şükran Güngör’ün gelmesi tam da bu nedenle tesadüf değil. Kral
Lear oyununun ‘sadece kadınlardan oluşan’ uyarlamasını sahneye koymaya
hazırlanan ve ezberi için Heather’dan yardım alan Jane, bir çok git geller
yaşıyor, en büyük korkusu ise ‘bu yaştan sonra’ başarısızlık. Bu endişeleri
ise, iç sesi çellist Feride Berin Varol’un notalarıyla sahnede var oluyor. Ona
yardım etmesi için, ‘işe aldığı’ Heather ise kısa zamanda, arkadaşı ve
sonrasında öğrencisi oluyor. Aralarındaki yılların getirdiği farklılıkların dillendirilmesi
de izleyiciyi adeta kırıp geçiriyor. Yıldız Kenter ise ‘ihtiyar’ yaftasına inat
öyle var oluyor ki sahnede. Soğuk algınlığına rağmen, öyle profesyonelce
yürütüyor ki sunumunu, sürprizini bile es geçmiyor ! Jane’in ‘beynine kan
gidince daha zinde oluyor’ diye, amuda bile kalkıyor, “Daha ne olsun !”
dedirtiyor ve sorgu işareti olmaksızın Heather’a gönderdiği ‘yazılı mesaj’ ise sahne
dışında da gençleri etrafından ayırmayan ve çağın hiç de gerisinde kalmayan
Yıldız Kenter’in güzelliğini bir kez daha hatırlatıyor.
Yıldız
Kenter’i sahnede izlemek tadına henüz varmamışlar için bu oyun adeta özet bir
bilgi gibi; ‘kraliçe’nin nasıl da devleştiğinine ve hayatına neleri
sığdırdığına, ne notlar düştüğüne dair küçük bir kesit. Öyle güzel duygularla
izleniyor ve öyle yoğun şekilde sonu hiç gelmesin istiyor ki insan. Yıldız
‘Hoca’ Shakespeare’i bolca anarken, o
meşhur sözü de etmeden geçmiyor oyunda; “Dünya
bir oyun sahnesi, bizler birer
oyuncuyuz... Bütün erkekler ve bütün kadınlar, sırası geldiğinde girerler ve
çıkarlar bu oyun sahnesine...”, ancak bu kez hak veremiyorum ünlü yazara,
Yıldız Kenter, Türk Tiyatrosu’nun sahnesine çıkalıberi, sahne onu bırakmıyor ve
bırakmayacak da, aynı Shakespeare oyunları gibi, yüzyıllar sonra bile, o
sahneden onun da ‘kulakları bolca çınlatılacak’, hep sahnede kalacak !
Eşsiz bir
seyir keyfi olacak, fırsat bulup izleyin derim..
Hadi “kib”,
okuduğunuz için “çok tşk”, “byeeee..!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder